HAZRETİ MEVLÂNA’NIN DİLİNDEN HAZRETİ MUHAMMED – 11

Fihî Mâ-Fîh’de, “Peygamber, o görünen şekil değildir; Peygamber, o aşktır, o sevgidir; ölümsüz olan da budur” diye buyuran Hazreti Mevlâna, Peygamber Efendimizin aşk ve sevgi oluşunu bir kasîdesinde şöyle dile getirir: 

“Peygamberlerin seçkini Hazreti Muhammed, şarapla dolu bir kadehtir.”

Peygamber Efendimizin zamanında, onun çevresinde bulunanlarda bu sevgi ve aşkın tesirlerini Hazreti Mevlâna’nın sözlerinden öğrenmekteyiz. Bir yerde Ashâb-ı Kirâm’dan şöyle bir örnek verir:

“Ashâb-ı Kirâm, zırhsız ve kalkansız olarak savaşmışlar, kalkansız olarak kılıca karşı koymuşlardı. Hazreti Muhammed’in sevgisinde fânî ve mest hâldeydiler.”

Hazreti Mevlâna, kasîdelerinden birinde Hazreti Muhammed’in yüceliğiyle ilgili şunları söyler:

“Hazreti Muhammed eğer yüzünden örtüyü kaldırsa, binlerce rahip, binlerce papaz zünnârını yırtar.”

Peygamberin zamanında, ona yakın olanlarla arasında geçen bazı hadiseler Mesnevî’de şöyle anlatılır:

“Efendisi, Bilâl’i terbiye etmek için diken dalı ile dövmekte, o da dikenlere canını feda etmekteydi.

Efendisi, neden Ahmed’i anmaktasın diyordu… Sen kötü bir kulsun, dinini inkâr ediyorsun.

Efendisi onu güneş altında dövmekte, o da ‘Allah birdir’ diye övünmekteydi. Nihâyet, Hazreti Muhammed onu efendisinden satın aldı. Zayıf, hasta bir hâldeydi. Mustafa’nın yüzünü görünce sırt üstü düşüp bayıldı. Uzun müddet kendisinden geçmiş olarak öyle baygın kaldı. Kendine gelince sevinç gözyaşları dökmeye başladı.

Mustafa onu kucakladı. Ona ne bağışladı, ne ihsanlarda bulundu kim bilir? Sanki perişan bir balık denize düşmüştü, sanki yolunu kaybeden kervan yol bulmuştu.

Peygamberin o anda söylediği sözler, geceye söylenseydi gecelikten çıkar, sabah gibi apaydın olurdu. Ben, o sözleri anlatamam ki!..”

HAZRETİ MEVLÂNA’NIN DİLİNDEN HAZRETİ MUHAMMED – 10

Fihî Mâ-Fîh’de yokluk konusunda Hazreti Muhammed Efendimizin bir hâdisesi şöyle anlatılır:

“Tanrı rahmet etsin, esenlikler versin, Mustafa, bir gün bir dosta, seni çağırdım nasıl oldu da gelmedin? diye içerledi. O dost, namaz kılıyordum, dedi. Mustafa dedi ki: Seni ben çağırmadım mı? Adam, çaresizim ben, dedi. Mustafa buyurdu ki: Her vakit kendini çaresiz görürsen iyidir. Gücün kuvvetin yeterken de kendini çaresiz görmelisin. Çünkü senin gücünün kuvvetinin üstünde bir güç kuvvet var ve sen, Hakk’a karşı yok olmuş gitmişsin. İkiye bölünmüş değilsin ki kimi zaman çaren elinde olsun, kimi zaman çaresiz kalasın.

Hazreti Mevlâna şöyle buyurur: Bahaeddin Mevlâna Hazretlerinin huzurunda bulunan müridler namaz vakti geldiğinde onun huzurundan ayrılıp namaza durdular. Yalnız iki müridi kalkmadı, şeyhe uydu. O iki müritten biri can gözüyle apaçık gördü ki, imamla beraber namaza duranların hepsi de kıbleye arka çevirmiş; yalnız şeyhe uyan o iki müridin yüzleri kıbleye dönük. Çünkü şeyh, bizden-benden geçmiştir. Onun o oluşu yok olup gitmiş, varlığı kalmamıştır. Tanrı ışığında helâk olmuş; ölmeden önce ölünüz sırrına ermiştir.

Namazı icâd eden Hazreti Muhammed’dir. Halk yüzlerini kıbleye dönerler, o Kâbe’yi bir Peygamber yapmıştır. O evi, o yaptığı için dünyanın kıblesi olmuştur. O ev, kıble olursa, Peygamber fazlasıyla kıble olur.”

Makalat’ta Hazreti Şems şöyle buyurur: “Sözün en hayırlısı kısa fakat mânâsı geniş olan sözdür. Hazreti Mustafa’nın sözlerindeki güzellik bundan değil mi?”

Yine Makalat’ta, “İnsanlar içinde yaşa ama tenhada daima Allah ile beraber ol, hep tek başına kal” diyen Hazreti Şems, Peygamberin ‘İslâm’da rahiplik yoktur’ dediğini unutma” buyurur.

Hazreti Mevlâna, Peygamberi hayal etmenin dahî bir nur olarak bizi aydınlatacağını belirtir ve şöyle der:

“İnsan, Hakk’tan sayısız lütuflara, ihsânlara nâil olmakla birlikte, hatalarını ve kusurlarını tekrarlamaktan vazgeçememektedir. Hakk’ın kendi içinde olduğunu görememektedir. Biz, bizle kaldığımız zaman, benlik hâlinde suçlar işleriz, fakat insan düştüğü bu suçlardan aydınlığa kavuşma yolunu Hazreti Mustafa’yı hayal etmenin nuruyla bulabilir, bu yolla içini aydınlatır.”

HAZRETİ MEVLÂNA’NIN DİLİNDEN HAZRETİ MUHAMMED – 9

Bir kasîdesinde, “Küfür, insanlığın elbisesini karartmıştı. Muhammed’in nuru imdada yetişti” diyen Hazreti Mevlâna, Mektubat’ında, Hazreti Muhammed’in, insanlığa sevgi konusunda gösterdiği yolu şu şekilde bildirir:

“Mustafa, mescitte oturuyordu; birisi, mescidin kapısının önünden geçti. Dostlardan biri, ey Allah elçisi dedi, ben şu geçen kişiyi seviyorum. Mustafa, kalk buyurdu, bu sevgiyi ona bildir. Sizden biri, birisini sevdi mi, sevgisini ona bildirsin.”

“Sevgiyi göstermek gösteriş değildir” diyen Hazreti Mevlâna, yine der ki:

“Yüce Allah’a en sevgili olan, Allah katında en üstün olan şey, yüce Allah için birisini sevmektir.”

Ve yine Mektubat’ta Hazreti Muhammed’den şu sözleri nakleder:

“Kim, işi darmadağın olan birisinin işini düzene koyarsa, Allah da onun işini düzene koyar.”

“Dervişliğin nişânesi, belirtisi nedir?” diye soran Hazreti Mevlâna, yine şöyle cevap verir:

“Herkese elinden geldiği kadar iyiliklerde bulunan, yardımcı olan, etrafa inciler saçan cömert kişi; tatlı dilli olup, kimseyi incitmeyen, değerli sözler söyleyen seçkin insan derviştir. Yoksa herkesi aldatmak için yüz parçadan dikilmiş yamalı hırka giyen kişi derviş değildir.”

Rubâi:

“Bir yükseklerdeniz, yükseğe gideriz. Biz denizdeniz, denize gideriz.

Hazreti Muhammed’in hırkasına yapış da içinden Bilâl’in aşk sâlâsını her zaman dinle.”

HAZRETİ MEVLÂNA’NIN DİLİNDEN HAZRETİ MUHAMMED – 8

Hazreti Mevlâna, Mektubat’ında, Hazreti Muhammed’in has kulları hakkında buyurduklarını şöyle aktarır:

“Gerçekler padişahı gerçek Peygamber şöyle buyuruyor: Ahir zamanda bunaldınız mı, dileğinizi has kullarımdan umun; hem de apaçık umun. Karanlıklarda kalanların şüpheli bekleyişleri gibi değil.

Ümmetim için her zaman bir tufan var, her zaman bir Nuh.

Her zamanın Kutbu, o zamanın halîfesidir. Nuh’un gemisi odur. Onun eteğine yapışan tufandan kurtulur.”

Yine Mektubat’ta Hazreti Mevlâna şöyle söyler:

“Peygamber demiştir ki: Gerçekten de, Allah’ın kadri yüce kulları vardır; yeryüzünde onlar, yağmura benzerler; karaya düşerlerse hayır bitirirler, denize düşerlerse inci çıkarırlar.”

Bir kasîdesinde Hazreti Mevlâna bu konu ile ilgili şöyle buyurur:

“Tanrı erleri gönül gibi göklere sefer ederler. Ey Hakk’ın velîlerini Hakk’tan ayrı sayan! Velîlere iyi zan beslesen ne olur? Bundan sonra bizden ayrılmasan, ne olur?”

Hazreti Mevlâna, Peygamberin evlâtlarının bütün âlemdekilere haklarının geçtiğini dile getirir ve Mektubat’ta Hazreti Muhammed ve Hazreti Ali arasında geçen şu konuşmayı nakleder:

“Peygamber, Hazreti Ali’ye, ‘Ciğerimi yeryüzünde emekliyor görsen ne yaparsın?’ diye sordu. 

Hazreti Ali, ‘Bu soruya cevap veremem, ancak göz çukurumu yurt olarak ona bağışların; onu yüreğimin içine sokarım. Bunları yapmakla beraber, kendimi yine de suçlu ve kusurlu sayarım.’

Bunun üzerine Peygamber buyurdu ki, ‘Fatıma bedenimin bir parçasıdır. Evlâtlarımız ciğerlerimizin parçalarıdır, yeryüzünde yürüyen ciğerpârelerimizdir.”

HAZRETİ MEVLÂNA’NIN DİLİNDEN HAZRETİ MUHAMMED – 7

Hazreti Muhammed, bu âleme gelişi ile dünyayı nergis çiçekleri ve amberlerle doldurduğunu buyuran Hazreti Mevlâna, O’nun gelişi ile ve dünyamıza getirdikleri ile ilgili şunları buyurur:

“O Peygamber, en büyük padişahtır. Çok güzel görünüşlüdür. O’nun gelişi en büyük kurtuluşun ve en büyük ferahın gelişidir. Peygamberin gelişi en devamlı bir keremin gelişi, en parlak bir ayın doğuşudur… O’nun gelişi, bütün hoş yaşayışı, bütün neşeleri veren bir devlettir.”

Hazreti Mevlâna, bu kasîdesinde de Hazreti Muhammed’in kimliğini açık verir ve şöyle söyler:

“Yâ Rab, işte o sakîdir, O’nunla üzüntüsüz, neşeli yaşayış her zaman bizimdir. Ey korkan! Çekinme… Saadet, işte o her zaman, her derdimize şifâ verendir.”

“Ey aşık, Cenâb-ı Ahmed’in hırkasına yapış” diyen Hazreti Mevlâna, Hakk aşıkları için de şunları söyler, mânevî mutluluğa kavuşma yollarını şöyle izâh eder:

“Aklını başına al da, bu gece inat et, başını yastığa koyma; yatma da saadetin, mânevî mutluluğun sana ne ihsanlarda, lütuflarda bulunacağını gör!

Halk, gece olunca uykuya dalar uyur. Aşıklar ise bütün gece Allah’a yalvarırlar, dua ederler; âdeta O’nunla söyleşirler. 

Cenâb-ı Hakk bir gece Davud Peygambere şöyle buyurdu: Kim bizi sevdiğini söyler, aşıklık davasına girişir, sonra tutar bütün gece uyursa, onun sözü de yalandır, davası da yalandır! Aşık olanın gözüne uyku girer mi?”

“Kendi hevesin için binlerce gece uyudun, sevgili için de ne olur, bir gece uyuma” diye buyuran Hazreti Mevlâna, gece vaktinin önemi hakkında da şöyle söyler:

“Duydun ya, büyükler umduklarına gece ererler. Hazreti Muhammed de miraca geceleyin çıkmadı mı? Burak, o büyük Peygamberi geceleyin göklerin ötesine götürmedi mi? Bütün mânevî güzelliklerin, ihsanların kendilerini gösterdikleri vakti, gece vaktidir.”

HAZRETİ MEVLÂNA’NIN DİLİNDEN HAZRETİ MUHAMMED – 6

Hazreti Mevlâna sıkça bahsettiği şarap, sarhoşluk ve kadeh kavramlarının ne mânâya geldiğini Divân-ı Kebîr’inde şöyle açıklar:

“Kadehten maksat, o hayat veren kadehtir; o öyle bir kadehtir ki hasta gönüllerin arkadaşı ve sırların mahremidir.”

Şarap hakkında da yine bir kasîdesinde şöyle buyurur:

“O şaraptan eğer bir yudum damlasa, çorak topraktan hemen gül bahçeleri biter.”

Sarhoşluğu da şarap ve kadehte olduğu gibi son derece över. Sarhoşluğu ,kasîdelerinde bir yerde mest olmak, bir yerde ise kendinden geçmek olarak tanımlar.

Peygamberlerin seçkini Hazreti Muhammed’i ise şarapla dolu bir kadeh olarak görür. Zîrâ ashâb-ı kirâm, zırhsız ve kalkansız olarak savaşmışlar, zırhsız ve kalkansız kılıçlara karşı koymuşlardı. Hazreti Muhammed’in sevgisinde fânî ve mest bir  hâldeydiler.

Hazreti Mevlâna kasîdelerinden birinde Hazreti Muhammed’in yüceliğiyle ilgili şunları söyler:

“Hazreti Muhammed eğer bir taraftan örtüyü kaldırsa, binlerce rahip, binlerce papaz zünnârını yırtar.”

Hazreti Muhammed’in benzersiz nuru için de der ki:

“Hazreti Muhammed’in nuru, binlerce ve binlerce defa, iki cihanı bir ucundan bir ucuna kadar kaplamıştır.”

Hazreti Mevlâna, yine Divân-ı Kebîr’inde, Hazreti Şems’in Hazreti Muhammed’in nuru olduğunu belirtir. Onu sayısız kez över. Hazreti Muhammed’in nurunun iki cihanda da meşhur olduğunu söyler. Efendisi Hazreti Şems için şunları dile getirir:

“Şems-i Din kemâlin nurudur. Aydınlık gün Şems-i Din’dir, parlak ay Şems-i Din’dir. İnsanın tıpkısı Şems-i Din’dir. Gece ve gündüz Şems-i Din’dir. Şems-i Din gönülde oturandır.”

HAZRETİ MEVLÂNA’NIN DİLİNDEN HAZRETİ MUHAMMED – 5

Hazreti Mevlâna, kasîdelerindeki cezbelerinde Hazreti Muhammed için şöyle seslenir:

“Bugün gönlümüzün sultanı Hazreti Muhammed Efrendimiz tekrar miraçtan teşrif buyurdular.

Gel, gel ki senin gelişin bugün bize bir bayram günü oldu. Bugün neşemiz arttıkça artacak.

Sevin, el çırp da de ki: Bugün neşe günüdür, zevk günüdür. Zaten güzel bir gün gelişinden, başlangıcından belli olur.

Biz bugün mutluyuz, bu dünyada bizim sevgilimiz gibi güzel, eşsiz bir varlık kimdir? Böyle bir güzel bulunur mu?”

Medine’de ilk mescitte minber yoktu. Peygamber Efendimiz, bir hurma kütüğüne yaslanarak hutbesini okurdu. Üç basamaklı ilk minber yapılınca Peygamber Efendimiz, kenara alınan kütüğe yaslanmamış, minbere çıkmıştı. Kütük, Peygamberden ayrı düşünce ağlamaya başladı. Ona Hannâne dediler. Hazreti Mevlâna bir kasîdesinde, Hannâne’yi örnek göstererek şöyle buyurur:

“Ey aşık, hileyi bırak, aklı terket; divâne ol, divâne! Ateşin tam ortasına atıl, âdeta gönlüne gir; pervâne ol, pervâne!

Kendini yabancı say, kendine yabancı ol! Hem de evini yık, harâb et! Sonra gel; aşıklarla, aynı evde otur, onlarla düş, kalk! 

Git, gönlünü siniler gibi yedi kere yıka, kinden, nefretten temizlen! Sonra gel aşk şarabına kadeh ol! 

Sevgiliye lâyık olmak için tamamiyle can hâlini al! Mest olanların yanına gidince sen de mest ol mest! 

Güzellerin takdıkları küpelerin sohbet yeri, buluşma yeri onların yanaklarıdır. Güzel yanaklarla, güzel kulaklarla dost olmak istiyorsan; inci tanesi ol, inci tanesi! 

Düşüncen nereye giderse seni peşinden sürükler, oraya çeker götürür. Sen düşünceden vazgeç de, kaza ve kader gibi en ileride yürü, en öne geç! 

Şehvete kapılmak, heva ve hevese meyl etmek bir kilittir ki, gönüllerimiz onunla kilitlenir. Sen anahtar ol, anahtarın dişi ol!

Mustafa (s.a.v) Hannâne direğini okşadı. Sen bir ağaçtan da aşağı değilsin ya, haydi Hannâne direği ol, Hannâne direği! 

Hazreti Süleyman sana; ‘Kuş dilini duy, öğren!’ diyor. Hâlbuki sen öyle bir tuzaksın ki, kuş senden ürker kaçar, sen tuzak olma, yuva ol, yuva!

Bir güzel sana yüz gösterirse, ona ayna ol, onu içine al, onunla dol.Güzel sana karşı saçlarını yüzer açarsa, sen ona tarak ol, tarak!

Zenginleştin, armağanlara, mallara sahip oldun da bunlara karşılık şükrâne olarak aşkı verdin. Malı bırak, mal şöyle dursun, sen aşka şükrâne olarak kendini ver, kendini!

Bir müddet ateş oldun, rüzgâr oldun, su oldun, toprak oldun. Bir müddet de hayvan oldun, hayvanlık âleminde dolaştın. Madem ki, bir müddet can hâline geldin, hiç olmazsa sevgiliye lâyık bir can ol, sevgiliye lâyık bir can.”

HAZRETİ MEVLÂNA’NIN DİLİNDEN HAZRETİ MUHAMMED – 4

Hazreti Mevlâna, kasîdelerinde cezbe sözleriyle dile getirdiği Hazreti Muhammed ile ilgili, Fîhi Mâ-Fîh’de şöyle bir hâdise anlatır:

“Hazreti Mustafa’nın yanına münâfıklardan, yabancılardan bir topluluk geldi. Sahâbe, gizli şeyleri anlatmada, Mustafa’yı övmekteydi. Peygamber, üstü kapalı olarak sahâbeye buyurdu ki: ‘Kaplarınızın ağızlarını kapatın. Yâni testilerin, tencerelerin, küplerin ağzını örtün. Pis, zehirli hayvanlar vardır. Testilerinize düşerse, siz de bilmeden o suyu içerseniz, size zararı dokunur.’

Mustafa, böylece onlara, yabancılardan hikmeti gizleyin; yabancıların önünde ağzınızı, dilinizi kapatın; çünkü onlar bu hikmete, bu nimete lâyık değillerdir, buyurdu.”

Yine Fîhi Mâ-Fîh’de Hazreti Muhammed’in yokluğa bürünmesi ve alçakgönüllü hâli ile ilgili olarak, Hazreti Mevlâna şöyle buyurur:

“Sevgilimiz Hazreti Muhammed pek alçak gönüllüydü. Meyvası çok olan ağaç nasıl o meyvalardan dolayı aşağı eğiliyorsa, tıpkı onun gibi. Çünkü bütün dünyanın meyvası O’nda toplanmıştı. Bu yüzden herkesten daha alçak gönüllüydü. Selâm vermede, Tanrı elçisini kimse geçememiştir. O herkesten önce selâm verirdi. Fakat varsayalım ki, önce selâm vermemiş olsun. Yine de selâmı O’ndan öğrendikleri için ilk selâm veren O’ydu. Öncekiler de, sonra gelenler de hepsi O’nun gölgesidir.”

Yine Fîhi Mâ-Fîh’de Hazreti Mevlâna, Hazreti Muhammed’in şu sözüne dikkat çeker:

“Hazreti Muhammed şöyle buyurmuştur: Sahâbem yıldızlara benzer. Hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz. Bunun anlamı şudur; Hazreti Muhammed’den sonra başkalarına vahiy gelmez diye bir söz söylerler; neden gelmesin? Gelir, ama bunun adı belki farklı olur. İnanan, Tanrı ışığıyla bakar görür. Tanrı ışığıyla bakan her şeyi görür; önü de, sonu da. Tanrı ışığından nasıl olur da bir şey örtülü kalır?

Hazreti Muhammed’in, sahâbem yıldızlara benzer, hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz, sözünün mânâsı şudur: Yıldız söz söylemese dahî ışığıyla yolu gösterir. Tanrı erlerine de bakarsan, onlar sende tasarruf ederler, söze ve harfe dahî lüzum olmadan maksadını elde edersin. Seni ulaşma ve buluşma yerine götürürler.”

HAZRETİ MEVLÂNA’NIN DİLİNDEN HAZRETİ MUHAMMED – 3

Bir kasîdesinde Hazreti Muhammed’den “En büyük mânâ padişahı” diye söz eden Hazreti Mevlâna, O’nu hiç eksilmeyen, her ân devam edem bir kerem olarak görür ve şöyle buyurur:

“Doğru haberi, Hazreti Muhammed’in sözünden duy! Mümin, yâni Allah’a inanan kişi hakkında Peygamberimiz buyurmuştur ki: Mümin bir saza benzer!

O Peygamber, en büyük mânâ padişahıdır. İşte O geldi, O ne güzel padişahtır. O ne güzel görüşlüdür. O’nun teşrifi, O’nun gelişi ile dünya misk kokusu ile, anber kokusu ile doldu.

Mâdemki mümin feryâd edip ağlamada bir sazdır; saz, birisi mızrab vurmadıkça feryâd eder mi, ağlar mı?

Büyükler büyüğü ferâh geldi. Eksilmeyen, her ân devam eden kerem geldi. Ayların ayı geldi.

Saz, kendisine mızrab vurulmasını huy edinmiştir. Mızrab yemedikçe yerinde duramaz. Bu yüzden kendisine mızrab vurarak çalsın diye çalgıcının ayaklarına yüzünü sürer, başını koyar, yalvarır.”

Bir başka kasîdesinde de, “Hepiniz yüzünüzü böyle bir cana çeviriniz” diyerek Hazreti Muhammed’i öven Mevlâna, şu cezbe sözlerini söyler:

“Kötü düşünüş hırsızını zindana götürün, ellerini sıkıca bağlayıp dîvana getirin. Akıl zabıtası, o hırsızlara mahsus olan kelepçeyi vermezse, onu da yakasından çekip Sultan’a getiriniz. Susuzları, su başına çağırınız. Dudakları kereminizle şeker ülkesine getiriniz.

Oraya getirdiğiniz her şey eğer ölü dahî olsa canlanır. Allah! Allah! Bu nasıl candır? Hepiniz yüzünüzü böyle bir cana çeviriniz. Hazineyi açtılar, hepiniz hilât giyininiz. 

Mustafa, o nebî yine geldi, hepiniz iman ediniz. Hepiniz ellerinizle güneşin eteğine yapışınız. Hepiniz o dağınık saçlardan gönüllerinizi derleyip toplayınız.

Kimde gönül varsa, o kimse gönlünü ayna yapar. Kenan ilinin Yusuf’una hediye olarak ayna getiriniz.”

HAZRETİ MEVLÂNA’NIN DİLİNDEN HAZRETİ MUHAMMED – 2

Hazreti Mevlâna’nın şu kasîdesi de bu hâlimizi şöyle anlatır:

“Ey gönül, işlediğin suçlara, kusurlara karşılık, Hakk’tan özür dilemek için neler düşünüyorsun? O’ndan sayılamayacak kadar lütuflar, vefâlar… senden de bunca hatalar, kusurlar, cefâlar…

Senden bunca hased, bunca kötü düşünce, bunca dedikodu. O’ndan ise bunca ihsân, bunca iyilikler…

Bu duyguları sana veren, bu pişmanlığa seni düşüren, senin içindedir. Sana çok yakındır. O’nu sen ne diye kendinde, kendi içinde göremiyor, hissedemiyorsun?

O, seni bazen yaratılışına, kötü tabîatına bırakır; seni gümüş, kadın sevdasına düşürür. Bazen de canına Hazreti Mustafa’nın hayalinin nurunu verir de, içini aydınlatır.

Seni bazen o tarafa çeker, iyi adamlara katar, bazen de o tarafa çeker, seni kötülere ulaştırır. Kurtuluş gemisini korkunç dalgalarla hırpalar, onu kırar, parçalar.

Ey zavallı insan, bu düşüşlerden, bu hâllerden sakın yes’e kapılma; gizli gizli o kadar çok dua et, geceleri, o kadar çok ağla, inle ki; sonunda yedi kat gökten kulağına kurtuluş sesleri erişsin.”