Hasan Dede, Tibetli budistler düşüncelerini öylesine olgunlaştırıyorlar ki, üzerlerinde sadece ince, cübbeye benzer bir giysiyle, gece vakti -10 derece soğukta oturabiliyorlar ve hatta sıcaktan terliyorlar. Bunu düşünce gücüyle yapıyorlar. Demek oluyor ki, düşünce ile herşeyi yapmak mümkün. Aslında siz de burada düşüncelerimizi olgunlaştırmaya çalışıyorsunuz ve bir insanın düşünceyle Hazreti Muhammed olabileceğini , Hazreti Ali olabileceğini, Ehlibeyt olabileceğini söylüyorsunuz. O halde, bütün mesele insanın düşüncesini olgunluğa eriştirmesidir, diyebilir miyiz?
Bu konuda Mevlana şöyle buyurur: “İnsan düşünceden ibarettir. İnsan neyi düşünürse orayı seyreder. İnsandan düşünce alınacak olursa, geriye sadece deri ile kemik kalır.”
“Sen bu cisimden ibaret değilsin, gözden ibaretsin. Canı görsen cisimden vazgeçersin. İnsan gözdür, öte yanı deriden, etten başka bir şey değil. Gözü, neyi görürse değeri o kadardır insanın.” (Mesnevi, VI/811)
“Düşüncen, manevi varlığın gülse, gül bahçesisin; dikense külhana layıksın. Gül suyu isen seni başa sürer, göğsüne serperler; sidik gibiysen dışarı atarlar.” (Mesnevi, II/279)
Şimdi, bir insan tefekküre dalar ve düşünür. Eğer güzel bir şey düşünüyorsa, o güzellikleri seyreder ve o anda kendisinden geçer. O anda artık hiçbir şey hissetmez, çünkü tek bir noktaya aklını vermiştir.
“Aşık, sevgiliden başkasını seyre dalarsa bu, aşk değildir, aslı yok bir sevdadır. Aşk, o yalımdır ki parladı mı sevgiliden başka ne varsa hepsini yakar.” (Mesnevi, V/588)
Şöyle bir misal vereyim: Savaş esnasında, Hazreti Ali Efendimizin iki omuzunun arasına bir ok isabet ediyor. Etrafındakiler hemen koşup oku çıkarmak istiyorlar. Hazreti Ali Efendimiz hemen onları durduruyor ve “Durun, oku şimdi çıkarmayın. Ben namaza durduktan sonra çıkarırsınız” diye buyuruyor. Namaza durduktan bir zaman sonra oku çıkarıp alıyorlar. Hazreti Ali Efendimizin ağzından bir ses dahi çıkmıyor. Herkes şaşkınlık içinde kalıyor. Hazreti Ali Efendimiz namazını bitirdikten sonra ona soruyorlar: “Ya Ali, biz oku çekerken sen hiç ses çıkarmadın, hiç acı duymadın mı?” Hazreti Ali Efendimiz, “Hayır, duymadım” diyor, “Çünkü namazın ruhaniyetiyle kendimden geçmiştim.”
“Varlıkların kurtulmuş olanlara felek de secde eder, güneş de, ay da. Vücudunda nefsi ölen kişinin fermanına güneş de tabidir, bulut da. Gönlü ışık yakmayı, şulelenmeyi öğrenmiş olan kişiyi güneş bile yakamaz.” (Mesnevi, I/3003)
Bir insanı sevgilisine en kısa yoldan ulaştıracak şey, aşktır. Çünkü bir insan aşka düştüğü zaman, o artık kendinde değildir. Bütün düşüncesi aşık olduğu yerdedir, sevgilisindedir. Yolda yürürken onunla konuşur, işyerinde çalışırken onunla çalışır, yemek yerken onunla yer, gece uyurken onunla uyur, rüyasında onu görür; her zerresi sevgilisyle doludur, her düşüncesi sevgilisi olmuştur.
“Kendilerini unutup Yusuf’un yüzünü görenler, o güzelliğe dalıp kalanlar… bu yüzden ellerini doğrayanlar yok mu işte onlar, Tanrı abdallarıdır! Aklı, dost aşkında kurban et… akılların hepsi de o taraftandır, odur! Akıllılar akıllarını o tarafa göndermişlerdir. Yalnız sevgilisi olmayan ahmak, bu tarafta kalmıştır!” (Mesnevi, IV/1423)
Gerek Hazreti Muhammed Efendimiz, gerek bütün Evliyaullah, hepsi muratlarına aşk ile ermişlerdir, akılla değil. İşte Yunus Emre ne kadar güzel söyler: “Ey insan! Bu akılla, yürüttüğün fikirle aradığın dostu bulamazsın.” Neden böyle söylüyor? Çünkü akıl, perdedir. Bu yola akılla çıkılmaz, akıl yolu keser. Bizim yolumuz aşk yoludur.
“Ateşli aşk şarabını ver avucuma da ondan sonra benim sarhoşça debdebemi, azametimi seyret. O yoksul, defineyi elde edemedi ama söyle, beklesin. Çünkü biz, bu anda neşeye gark olduk. Ey yoksul, artık sen Allah’a sığın. Ben gark oldum, benden yardım isteme!..” (Mesnevi, VI/2017)