MANEVİ MENKIBELER – 73

SEN O MUSUN, DEĞİL MİSİN?..

Bir Rum çocuğu vardı Mevlana’nın devrinde. Konya halkı onu asmak istedi. Dedesi bir Türk’ü öldürmüş. Çocuğun haberi yok. Halk dava etmiş çocuğu, yakalamışlar. Kısasa kısas çocuğu asacaklar.

Çocuğu çıkartıyorlar darağacına. Çocuk bağırmaya başlıyor, “Ya İsa imdadıma yetiş, ya İsa imdadıma yetiş!..”

Cevap yok.

Sonunda ağlayarak diyor, “Kimse bu cihanın Kutbu, gelsin benim yardımıma, benim hiçbir günahım yok, hiçbir hatam yok..” 

Mevlana da o esnada sema ediyor. Çocuğun sesi geliyor kulaklarına. Hemen semayı durduruyor, alıyor hırkasını çıkıyor.

Tam ipi geçirmişler çocuğun boynuna asacaklar, Mevlana yetişiyor, “Durun!” diye bağırıyor, sonra dönüyor Konya halkına, “Ey ahali” diyor, “size Moğollar çok büyük zararlar vermek istediler, ben sizin hem malınızı korudum, hem canınızı korudum. Siz bana çok şeyler vaad ettiniz, ben hiçbir şey istemedim. Şimdi sizden ben bu çocuğu istiyorum. Bağışlayacak mısınız bana?”

Susmuş Konya halkı…

Mevlana hemen çıkarıyor ipi çocuğun boynundan, “Hadi yürü oğlum” diyor, “git atını al, erzaklarını topla, bin atına git köyüne.”

Çocuk, “Hayır, ya Mevlana ben gitmem köyüme.”

“Neden?”

“Ben ölmüştüm, sen beni kurtardın. Şimdi sen benim hem annemsin, hem babamsın, hem Peygamberim, her şeyimsin. Ben senin sayende dirildim. Atımı da erzağımı da göndersinler, gitmem…”

“Peki” diyor Mevlana, “senin ismin nedir?”

“Siryanus.”

“Güzel, ben şimdi sana bir isim daha vereceğim… Alaaddin Siryanus.”

Sonra yine soruyor Mevlana, “Sen akşamları yatmadan önce ne dua ederdin?”

“Üç sefer derdim; Muhammed’den büyüktür İsa, Muhammed’den büyüktür İsa, Muhammed’den büyüktür İsa…”

“Heh, şimdi artık diyeceksin; İsa’dan büyüktür Muhammed, İsa’dan büyüktür Muhammed, İsa’dan büyüktür Muhammed… başka bir dua yapma.”

Alaaddin Siryanus, Mevlana’nın evladı oluyor, O’nun eğitiminde yetişiyor, hilafete nail oluyor.

Bir zaman sonra, çarşıda bir grup halkla sohbet ederken, Alaaddin Siryanus’a soruyorlar, “Sen bu kadar Mevlana’ya hizmet ediyorsun, Mevlana sana ne verdi?”

Alaaddin Siryanus da diyor, “Benim babam Mevlana, bize Tanrı’lık veriyor.”

“Ooo…” diyorlar, “sen Tanrı’lık davasına girmişsin.”

Haydi… tekrar bunu Müftü’ye şikayet ediyorlar, Müftü de Kadı’ya.

Kadı çağırtıyor Alaaddin Siryanus’u, soruyor, “Bu sözün aslı var mıdır?”

“Var.”

Kadı, “Bak” diyor, “Mevlana’yı çok severim, onun sayesinde sana dokunmayacağım, yoksa aynı cezayı sana tekrar verecektim. Allah’lık taslama bundan sonra. Hadi git.”

Alaaddin Sirayanus çıkıyor Kadı’nın huzurundan, üzgün üzgün geliyor tekkeye. Oturuyor Mevlana’nın karşısında.

Mevlana onu çok seviyor, bırakıyor şimdi dervişlerini, dönüyor Alaaddin Siryanus’a soruyor, “Oğlum hasta mısın sen?”

“Yok baba.”

“Neden bu kadar üzgünsün? Yüzünde hiç tebessüm yok.”

“Size malum baba.”

“Olsun sen söyle.”

Alaaddin Siryanus anlatıyor Kadı’yla aralarında geçen konuşmayı.

Dinliyor Mevlana, “Bunun için mi üzgünsün sen?”

“Evet.”

“Hadi kalk şimdi, git Kadı’ya benim selamımı söyle ve ona, Mevlana soruyor de, ‘Sen O musun bu vazifede? Kimin kudretiyle bu vazifeyi yapıyorsun? Sen misin, yoksa O mudur?’ bu kadar söyle ve çık gel.”

Alaaddin Siryanus kalkıyor gidiyor Kadı’ya, Kadı bunu görünce yine çatıyor kaşlarını, “Yine niye geldin sen?” diye soruyor.

“Kadı Efendi, babam Mevlana’nın selamı var, sana soruyor, ‘Sen O musun, yoksa değil misin?’..” ve çıkıyor gidiyor.

Kadı düşünüyor taşınıyor, diyor, “Benim gözlerim O’nun kudretiyle görüyor, kulaklarım O’nun kudretiyle işitiyor, bana ait hiçbir şey yok! O sarmış benim vücudumu, onun için Mevlana bana diyor, ‘Sen O musun, yoksa değil misin?’..”

Hemen kalkıyor dergaha geliyor, özür diliyor Mevlana’dan ve O’na intisab ediyor.

İşte Mevlana buyuruyor, “Ya Kadı Efendi” diyor, “Alaaddin Siryanus sana rehber oldu sen kimliğine ulaştın.”

Her zaman derin düşünmek lazım, derin düşündük mü mesele kalmaz.

MANEVİ MENKIBELER – 72

VE’L İKRÂM…

Şems-i Mardîni, Hazreti Mevlana’ya karşı, “Onun dergahında ney üfleniyor, rebab çalınıyor, bendir çalınıyor. Bunlar İslâmiyet’te yoktur, oraya gitmeyin” diye çok dil uzatıyordu.

Bir gün Şems-i Mardîni medresede cemaati ile oturduğu sırada, Hazreti Mevlana medreseye geliyor, karşısında oturuyor.

O sırada ikindi vakti, davet okunuyor, namaza doğruluyorlar. Namazda iken, Şems-i Mardîni secdede bir manâ görüyor. Hazreti Peygamber’in huzuruna geliyor.

“Selâmün aleyküm ya Resulallah.”

“Aleyküm selâm ya Şems-i Mardîni, ve’l ikrâm” diyor Hazreti Resulallah ve sağ ve sol elindeki biri kemikli biri kemiksiz iki et tabağını Şems-i Mardîni’ye uzatıyor.

Şems-i Mardîni soruyor, “Ya Resulallah, bunların hangisi daha lezzetlidir?” Kemiklisi mi, yoksa kemiksizi mi?”

“Kemiklisi” diye cevap veriyor Peygamber Efendimiz ve manâ bitiyor.

Şems-i Mardîni o hava ile Hazreti Mevlana’nın huzuruna geliyor, selâm veriyor. Aklınca Mevlana’yı imtihana tutacak…

“Bir şey sorabilir miyim ya Mevlana?”

“Buyur, sor.”

“Etin hangisi daha lezzetlidir, kemiklisi mi, yoksa kemiksizi mi?”

“Hazreti Resulallah biraz önce sana söylemedi mi, kemiklisidir, diye…”

Bu cevabı duyar duymaz Şems-i Mardîni bir “Allaaahh” bağırıyor, Mevlana’nın önünde secdeye kapanıyor. O’nun büyüklüğünün farkına varıyor ve o günden sonra da hiçbir yerde Mevlana’ya dil uzatamıyor.

Beyit:

“Bizler tevhid aleminin yanıklarıyız. 

Bizde ‘Lâ ilâhe illallah’ sırrı vardır.”

Hazreti Mevlana

MANEVİ MENKIBELER – 71

İYİLİKLE KARŞILIK VERİRİM…

Bir gün Hazreti Muhammed Efendimiz, sahabesiyle otururken, başta Ebubekir’e soruyor: “Ya Ebubekir! Sana biri zarar verirse bu alemde, nasıl bir karşılıkta bulunursun?”

“İyilikle karşılık veririm ya Resulallah.”

“Bir daha yaparsa?”

“Yine iyilikle karşılık veririm.”

“Bir daha yaparsa?”

Ebubekir duraklamış.

Hazreti Muhammed Efendimiz aynı soruyu sırayla Ömer-i Faruk’a ve Osman-ı Zinnûri’ye de soruyor. Hepsi üçüncüye gelince duraklıyorlar.

O sırada İmam Ali Efendimiz geliyor. Selam veriyor. “Ya Resulallah, sohbetiniz nereden?” diye soruyor.

“Şimdi sıra sana geldi ya Ali, otur bakalım. Ya Ali! Biri bu alemde sana zarar verirse ne yaparsın?”

“İyilikle karşılık veririm ya Resulallah.”

“Yine yaparsa?”

“Yine iyilikle.” Tekrarlıyor, cevap yine aynı. En sonunda, “Ya Resulallah” diyor, “kıyamete kadar bana kötülük yapsa ben yine iyilikle karşılık veririm.”

“Neden?”

“Ben onları biliyorum kimdirler, ama onlar beni bilmiyorlar, o yüzden ben iyiliğimi bırakmam.”

Hazreti Ali, Peygamber Efendimizin terbiyesinde yetiştiği için, cefalara razı oluyor, isyanlara düşmüyor. 

Her Müslüman, Hazreti Muhammed Efendimizin huyu ile huylansa acaba dünya nasıl bir hale gelir?..

MANEVİ MENKIBELER – 70

HAZRETİ MUHAMMED’İN HIRKASI…

Hazreti Resulallah, “Benim hırkamı Veysel Karanî’ye götüreceksiniz dediği için, Ebubekir-i Sıddık, Ömer-i Faruk, Osman-ı Zinnûri ve Hazreti Ali hırkayı Veysel Karanî’ye götürmek üzere yola çıktılar.

Geldiklerinde Veysel Karanî Hazretleri’ni secdede buldular. Selam veremediler, dördü birden huzurda durdular. 

Zaman geçti, Veysel Karanî Hazretleri secdeden başını kaldırmayınca, Ömer-i Faruk dayanamadı, selam verdi ve secdesini bozdu. Veysel Karanî Hazretleri başını kaldırdı ve “Biraz daha sabretseydin ümmet-i Muhammed’in bu alemden gittikten sonraki tüm ruhî cezalarının kapısını kapatacaktım” dedi.

Ondan sonra hırkayı verdiler, durumu anlattılar. Veysel Karanî, hepsine Peygamber Efendimizi sordu, “Nasıl tanırdınız? Nasıl görürdünüz?”

Ebu Bekir-i Sıddık, O’nun bütün adaletini iyi bir dil ile anlattı. Bu cevap üzerine Veysel Karanî Hazretleri, “Sen, benim maşukumun, cihan nuru Hazreti Muhammed’in dış kısmını görmüşsün” dedi.

Ömer-i Faruk’dan ve Osman-ı Zinnûri’den de benzer yanıtlar aldı. 

Sıra geldi Hazreti Ali Efendimize. Hazreti Ali şöyle cevap verdi: “Medine’den Mekke’ye İslâm orduları gelip, Mekke’yi fethettikten sonra, Hazreti Resulallah bana buyurdu: ‘Ya Ali, çık benim omuzlarıma, bu putları kır.’ Ben de kendisine dönüp dedim ki: Senin bu mübarek omuzlarına ben basamam ya Resulallah. Sen çık benim omuzlarıma. Hazreti Resulallah buyurdu ki: ‘Ya Ali, sen beni taşıyamazsın. Emre itaat et!’ İkiletmedim ya Üveysi, Hazreti Muhammed’in omuzlarına çıktım. Çıkar çıkmaz, kendimi arş-ı alânın da ötesinde gördüm. Bütün gezegenler benim altımda kaldı. Baktım ki, bütün cihan muhabbet-i Resul. Cihan, O’nun muhabbeti ile suret bulmuş. Seslendi, ‘Ya Ali, kendine gel.’ Kendime geldim ve putların hepsini kırdım.”

Veysel Karanî, Hazreti Ali’nin bu cevabı üzerine şöyle buyurdu: “Ya Ali! Sen, Hazreti Resulallah’ın hakikatini görmüşsün. Onlar halife olsun. En son sen olacaksın. Çünkü onlar senin dilinden anlamazlar.”

Rubai:

“Her iki gözüm, o mahmur gözlerinden mest olmuştur.

Şunu anla ki, senin aşkından, senin elinden ben elden çıktım. 

Bari bana uy da sen de başını salla, peki de! 

Başında aşk havası esiyorsa, bu haller sende de vardır.”

Hazreti Mevlâna

MANEVİ MENKIBELER – 69

ÜVEYSİM Mİ GELDİ?..

Evliyaların öncüsü Veysel Karanî Hazretleri’dir. Veysel Karanî Hazretleri ile Hazreti Muhammed Efendimiz, ikisi de aynı devirde yaşadılar, aynı yaştaydılar ve birbirlerini hiç görmediler. 

Veysel Karanî Hazretleri, Yemen’de deve çobanlığı yapıyordu. Hazreti Muhammed’in bütün o güzel sözlerini İsrafil’den alıyor, Hazreti Muhammed’i manâlarında görüyor, O’nunla devamlı konuşuyordu.

Bir gün annesinden, Hazreti Muhammed’i görmek için izin istedi. Kalktı Yemen’den, Medine’ye yola çıktı. Hazreti Resulallah’ın evine geldi, kapısını çaldı. Fatma anamız karşıladı.

“Kim o?”

“Ben Hazreti Resulallah’ın üveysiyim. Resulallah evdeler mi?”

“Yok, evde değil, daha gelmediler. Birazdan gelirler.”

“Kendisine selamlarımı, sevgilerimi sunarım. Fazla vaktim yok, yine geri dönmem gerek” dedi ve kapıya elini sürüp gitti.

Aradan bir vakit geçtikten sonra Hazreti Muhammed geldi. Daha gelirken yüz metre öteden Veysel Karanî’nin kokusunu aldı. Bakın üveysinin kokusunu alıyor.

Fatma anamız kapıyı açınca, sordu Resulallah, “Ciğer parem Fatma, üveysim mi geldi?”

“Evet, nereden bildiniz ya Resulallah?”

“Yüz metre öteden kokusu burnuma geldi.”

Aşka bakın ki, Hendek Savaşı’nda, Hazreti Resulallah’ın bir dişi kırıldı. Veysel Karanî, Resulallah’ın hangi dişinin kırıldığını bilmediğinden, otuziki dişini birden çekti. Tıbbın ileri olmadığı o dönemde, bu zat-ı şerif kim bilir ne ızdıraplar çekti? Nasıl kanlar içinde yaşadı? O ağız düzelene kadar ne acılar çekti.

Aşk neler yaptırıyor…

MANEVİ MENKIBELER – 68

DEVELERİ KOVALIYORUM…

Abbasi hükümdarı Harun Raşid bir gün yorgan altına girmiş, Allah’ı düşünüyor. Kardeşi Behlül-i Dânâ Hazretleri de onun gönlünü keşfediyor. Sarayın tavanına çıkıyor, sağa sola koşarak gürültü yapıyor. Harun Raşid’in bütün düşünceleri bozuluyor.

“Kim var tavanda, nedir bu gürültüler?”

“Develeri kovalıyorum.”

“Devenin ne işi var sarayın tavanında?”

“Allah’ın da ne işi var ipekli yorgan altında?”

Başka bir gün, Behlül-i Dânâ Hazretleri saraya geliyor. Bakıyor ki ağabeyinin tahtı boş, geçiyor oturuyor. O sırada da, Harun Raşid’in misafirleri gelmek üzere, görüşüp ziyarette bulunucaklar. Hükümdarın adamları Behlül’e, “Burayı terk et!” diye ikazda bulunuyorlar. Behlül kalkmayınca azarlıyorlar, birkaç da kırbaç vuruyorlar. 

O sırada Harun Raşid geliyor, “Ne yapıyorsunuz?” diye soruyor, anlatıyorlar. Bu sırada Behlül gülüyor. “Niye gülüyorsun?” diye soruyor Harun Raşid, Behlül’e.

“Yahu” diyor Behlül, “beş dakika oturdum bir sürü kırbaç yedim. Nasıl gülmeyeyim. Sen yıllardır oturuyorsun, kim bilir ne kırbaçlar yiyorsun?”

Bu sözleriyle Harun Raşid’i irşad eden Behlül-i Dânâ Hazretleri yaşadığı devirde bir velîydi.

MANEVİ MENKIBELER – 67

SAKALIMIN HER KILI BİR ŞEMS…

Şems-i Tebrizi Hazretleri, Hazreti Mevlana’ya manen soyunduğu zaman Sultan Veled Hazretleri babasının sahip olduğu o bilgilere, güzelliklere kendisi de sahip olmak istedi. 

Bir gece Şems’in odasına gitti. Onu ocak başında tefekkürde buldu. Şems, hal hatır sordu, onun başını dizine koyup okşadı. 

Bir vakitten sonra, “Ey benim güzel şehzadem! Seni buraya getiren nedir?” diye sordu.

“Babama bazı sırlar ikramda bulundun. Babam çok değişti. Onlardan biraz da bana sunar mısın?”

Şems-i Tebrizi’nin verdiği cevap… “Veled! Veled! Babanın gerek sakalındaki, gerek başındaki kılların hepsi birer Şems’tir. Bende artık bir şey kalmadı. Git benim varlığımı babanda gör.” 

‘Gel sana da öğreteyim’ demedi, ‘Ben artık yükü attım, taşıyana git, orada gör bütün güzellikleri’ demek istedi. Bir kişi manen soyundu mu, o postuna oturmaz, bir misafir gibi gider, orada kendini seyreder. Gün geldi, Mevlana Şems oldu.

Bir gün bir toplantıda Hazreti Mevlana, Şems’in büyüklüğünü anlatırken, kıdemli bir derviş ağlamaya başladı.

Mevlana, “Erenler neden ağlıyorsun?” diye sordu.

“Ya Mevlana! Şems’in büyüklüğünden o kadar duygulandım ki keşke o seneler olsaydım da Şems’i görseydim, diye gönlümden geçirdim.”

Hazreti Mevlana’nın verdiği cevap… “Yazıklar olsun sana! Benim sakalımın her kılı bir Şems. Şems’i benim dışımda mı arıyorsun?”

Yani Hazreti Muhammed, Hazreti Mevlana, bütün büyükler bizim sünnetimizdir. Kim nöbeti almışsa bu alemde onların farzıdır. Onları, ona sorarsın.

MANEVİ MENKIBELER – 66

GÖNLÜN KAÇMASAYDI BAĞA…

Hüsameddin Çelebi, Hazreti Mevlana’nın hilafetine geçtikten sonra, yolda giderken hep ayaklarını sürtüyor, ağlıyor, Hazreti Mevlana’nın hasreti ile yanıyor.

Bir gün bahçesini işlerken yoruluyor, bir ağaca dayanıyor, gönlü biraz bağa kaçıyor. ‘Bu sene üzümler nasıl olacak’ diye üzümleri düşünürken uyku basıyor, kendinden geçiyor. O sırada manasında Hazreti Mevlana’yı görüyor. Güler yüzle selam veriyor Mevlana.

Hüsameddin Çelebi, “Ah Efendi Hazretleri! Aradan beş yıl geçti, hep seni inleyip durdum, bir gün benim manama gelmedin” diyor.

Hazreti Mevlana tebessüm ederek şu cevabı veriyor: “Ey ruhumun mertebesi! Gönlün bağa kaçmasaydı yine yüzümü sana göstermeyecektim. Çünkü ben senim, dışarıda ne arıyorsun? Şimdi gönlün bağa kaçtı, bağa sevgini vermemen için sana yüz tuttum.”

Rubai:

“Gönlümü, belânın geçtiği yola koydum. Yalnız senin arkandan koşsun diye, gönlün ayak bağını çözdüm…

Bugün rüzgar, bana senin güzel kokunu getirdi, ben de teşekkür için ona gönlümü verdim.”

MANEVİ MENKIBELER – 50

Yetmişiki milletle beraberim…

Hüdavendigar Mevlana, bir gün bir toplulukta dedi ki: “Ben yetmişiki milletle beraberim.” Mevlana’nın bu sözünü duyan bilginler toplandılar, aralarında konuştular, dediler ki: Bu yetmişiki millet arasında kafir var, putperest var, küfürbaz var, İsa’ya tapanlar Musa’ya tapanlar var. Mevlana nasıl olur da yetmişiki milletle beraberim der. Ve karar verdiler, aralarından birini Mevlana’ya gidip, bu soruyu kendisine sormak üzere gönderdiler. Ve eğer yine yetmişiki milletle beraberim derse, kabul ederse, o zaman ağzına gelen ne kadar çirkin söz varsa hepsini Mevlana’nın yüzüne söyle, dediler. 

Adam geldi Mevlana’nın huzuruna, selamlaştılar, adam sordu Mevlana’ya, “Ya Mevlana, sen şöyle bir söz sarf etmişsin; yetmişiki milletle beraberim, demişsin. Bu söz doğru mudur? Bu sözü sen mi söyledin?” 

Mevlana, “Evet doğrudur, ben söyledim, aslı vardır” dedi.

Adam Mevlana’nın cevabını duyar duymaz başladı söylenmeye, ağzından gelen bütün çirkin sözleri söyledi.

Mevlana sadece dinledi, adamın hiçbir sözüne bir cevap vermedi. 

Adam söylendi söylendi en sonunda durdu. 

Mevlana, küfürbaza dönüp sordu, “Bitti mi konuşman?”

Adam dedi ki, “Bitti.” 

O zaman Mevlana adama şu cevabı verdi: “Hem seninle beraberim hem de söylediklerinle beraberim.” 

Yani demek istedi ki, senin gibi olsam senin gibi konuşurum, ama senin gibi olmadığım için sadece dinliyorum. 

Adam Mevlana’nın bu sözlerini işitince biraz düşündü. Alim olduğu için Mevlana’nın ne demek istediğini anladı ve hemen Mevlana’nın ellerine kapandı öptü ve bağışlamasını diledi. 

Bakın Mevlana bu davranışıyla küfürbaz adamı da kazanmış oldu. 

Ağzından bir tek çirkin söz çıktı mı sen kirlenmiş sayılırsın. Bu ağız ancak güzel söz söylemek için vazifelidir. Zerre kadar küfür, kavga, çirkin söz için değildir. Fakat maalesef insanlar derin düşünmeden bilgisizce sözler sarf ediyorlar. 

İslam olmak kolay değildir. İnşallah her birimiz Hazreti Muhammed Efendimize, İmam Ali Efendimize, Pirimiz Hüdavendigar Mevlana’ya ve Piran Efendilerimize layık güzel insanlar oluruz.

MANEVİ MENKIBELER – 49

Ben bir ney’e benzerim…

Peygamber Efendimiz, sahip olduğu o hakikatleri çevresindeki topluma sunamazdı, çünkü o toplumun çoğunluğu cahildi. Bu yüzden o binbir sırrın anahtarını, bütün hakikatleri Ali’ye verdi. 

Hazreti Ali Efendimiz bu hakikatleri öğrendikten sonra, O da kendine bir sırdaş aramaya koyuldu, fakat bulamadı. Çünkü bu hakikatler insanın içinde birikim yapar ve insan kendisini anlayacak birisiyle bunları paylaşmak, muhabbet etmek ister. 

Peki ne yaptı Hazreti Ali? Yemen’e gittiğinde bir kuyu başına geldi, kuyunun başına oturdu ve bütün sırları o kuyuya söyledi. İşte o kuyuda daha sonra bir kamış meydana geldi. 

Veysel Karani Hazretleri, develerini otlatırken, develeri susayınca onları o kuyunun etrafında toplar ve onlara su verirdi. Bir gün yine develerine su vermek için o kuyunun başına geldi ve bir de baktı ki kuyuda bir saz suret bulmuş. Veysel Karani Hazretleri o sazı kesti ve kaval yaptı. Develerini otlatırken o kavala üfledi. Kavaldan çıkan o yanık ses develere tesir etti ve kıyam zikrine kalktılar. O kaval bugünlere gelene kadar yenilendi ve Mevlevilerde ney halini aldı. 

Ney nefeslendiği zaman neyden yanık sesler çıkar. Ney, Mevlevilikte nefih, yani hayat veren manasına gelir.

Cenab-ı Mevlana buyurur: “Ben bir ney’e benzerim, 72 millet sırrını benden öğrenir.”

Bütün Evliyaların Piri İmam Ali Efendimizdir, hepsinin Şah’ıdır. Bütün hakikatler bu dünyamıza ne geldiyse İmam Ali Efendimizin dilinden meydana gelmiştir.