SEN O MUSUN, DEĞİL MİSİN?..
Bir Rum çocuğu vardı Mevlana’nın devrinde. Konya halkı onu asmak istedi. Dedesi bir Türk’ü öldürmüş. Çocuğun haberi yok. Halk dava etmiş çocuğu, yakalamışlar. Kısasa kısas çocuğu asacaklar.
Çocuğu çıkartıyorlar darağacına. Çocuk bağırmaya başlıyor, “Ya İsa imdadıma yetiş, ya İsa imdadıma yetiş!..”
Cevap yok.
Sonunda ağlayarak diyor, “Kimse bu cihanın Kutbu, gelsin benim yardımıma, benim hiçbir günahım yok, hiçbir hatam yok..”
Mevlana da o esnada sema ediyor. Çocuğun sesi geliyor kulaklarına. Hemen semayı durduruyor, alıyor hırkasını çıkıyor.
Tam ipi geçirmişler çocuğun boynuna asacaklar, Mevlana yetişiyor, “Durun!” diye bağırıyor, sonra dönüyor Konya halkına, “Ey ahali” diyor, “size Moğollar çok büyük zararlar vermek istediler, ben sizin hem malınızı korudum, hem canınızı korudum. Siz bana çok şeyler vaad ettiniz, ben hiçbir şey istemedim. Şimdi sizden ben bu çocuğu istiyorum. Bağışlayacak mısınız bana?”
Susmuş Konya halkı…
Mevlana hemen çıkarıyor ipi çocuğun boynundan, “Hadi yürü oğlum” diyor, “git atını al, erzaklarını topla, bin atına git köyüne.”
Çocuk, “Hayır, ya Mevlana ben gitmem köyüme.”
“Neden?”
“Ben ölmüştüm, sen beni kurtardın. Şimdi sen benim hem annemsin, hem babamsın, hem Peygamberim, her şeyimsin. Ben senin sayende dirildim. Atımı da erzağımı da göndersinler, gitmem…”
“Peki” diyor Mevlana, “senin ismin nedir?”
“Siryanus.”
“Güzel, ben şimdi sana bir isim daha vereceğim… Alaaddin Siryanus.”
Sonra yine soruyor Mevlana, “Sen akşamları yatmadan önce ne dua ederdin?”
“Üç sefer derdim; Muhammed’den büyüktür İsa, Muhammed’den büyüktür İsa, Muhammed’den büyüktür İsa…”
“Heh, şimdi artık diyeceksin; İsa’dan büyüktür Muhammed, İsa’dan büyüktür Muhammed, İsa’dan büyüktür Muhammed… başka bir dua yapma.”
Alaaddin Siryanus, Mevlana’nın evladı oluyor, O’nun eğitiminde yetişiyor, hilafete nail oluyor.
Bir zaman sonra, çarşıda bir grup halkla sohbet ederken, Alaaddin Siryanus’a soruyorlar, “Sen bu kadar Mevlana’ya hizmet ediyorsun, Mevlana sana ne verdi?”
Alaaddin Siryanus da diyor, “Benim babam Mevlana, bize Tanrı’lık veriyor.”
“Ooo…” diyorlar, “sen Tanrı’lık davasına girmişsin.”
Haydi… tekrar bunu Müftü’ye şikayet ediyorlar, Müftü de Kadı’ya.
Kadı çağırtıyor Alaaddin Siryanus’u, soruyor, “Bu sözün aslı var mıdır?”
“Var.”
Kadı, “Bak” diyor, “Mevlana’yı çok severim, onun sayesinde sana dokunmayacağım, yoksa aynı cezayı sana tekrar verecektim. Allah’lık taslama bundan sonra. Hadi git.”
Alaaddin Sirayanus çıkıyor Kadı’nın huzurundan, üzgün üzgün geliyor tekkeye. Oturuyor Mevlana’nın karşısında.
Mevlana onu çok seviyor, bırakıyor şimdi dervişlerini, dönüyor Alaaddin Siryanus’a soruyor, “Oğlum hasta mısın sen?”
“Yok baba.”
“Neden bu kadar üzgünsün? Yüzünde hiç tebessüm yok.”
“Size malum baba.”
“Olsun sen söyle.”
Alaaddin Siryanus anlatıyor Kadı’yla aralarında geçen konuşmayı.
Dinliyor Mevlana, “Bunun için mi üzgünsün sen?”
“Evet.”
“Hadi kalk şimdi, git Kadı’ya benim selamımı söyle ve ona, Mevlana soruyor de, ‘Sen O musun bu vazifede? Kimin kudretiyle bu vazifeyi yapıyorsun? Sen misin, yoksa O mudur?’ bu kadar söyle ve çık gel.”
Alaaddin Siryanus kalkıyor gidiyor Kadı’ya, Kadı bunu görünce yine çatıyor kaşlarını, “Yine niye geldin sen?” diye soruyor.
“Kadı Efendi, babam Mevlana’nın selamı var, sana soruyor, ‘Sen O musun, yoksa değil misin?’..” ve çıkıyor gidiyor.
Kadı düşünüyor taşınıyor, diyor, “Benim gözlerim O’nun kudretiyle görüyor, kulaklarım O’nun kudretiyle işitiyor, bana ait hiçbir şey yok! O sarmış benim vücudumu, onun için Mevlana bana diyor, ‘Sen O musun, yoksa değil misin?’..”
Hemen kalkıyor dergaha geliyor, özür diliyor Mevlana’dan ve O’na intisab ediyor.
İşte Mevlana buyuruyor, “Ya Kadı Efendi” diyor, “Alaaddin Siryanus sana rehber oldu sen kimliğine ulaştın.”
Her zaman derin düşünmek lazım, derin düşündük mü mesele kalmaz.