Saf Ayna, Seni Sana Gösterir…
Altına âşık olanların, inciye tutulanların gözleri aynanın ardındadır. Aynaya âşık olanların gözleriyse altında, incide değildir; onlar boyuna aynaya yüz tutmuşlardır; aynayı ayna olduğu için sever onlar; çünkü aynada güzel yüz seyredeler; usanmazlar aynadan. Fakat yüzü çirkin olan, ayıplı olan, aynada bir çirkin, bir ayıplı yüz görür, aynanın yüzünü çevirir; o incileri mücevherleri diler.
Evet; aynanın ardına binlerce çeşit nakışlar yaparlar, mücevherler korlar; bundan aynaya ne ziyân var. Ulu Tanrı, hayvanlıkla insanlığı karıştırdı, ikisi de meydana çıksın diye; “Her şey zıddıyla belli olur, meydana çıkar.” Çünkü zıddı olmadıkça, zıddını söylemedikçe hiçbir şey, târif edilemez; imkân yoktur buna. Ulu Tanrının zıddı yoktur da onun için “Ben bir gizli defineydim, bilinmeyi diledim, sevdim” demiş, ışığı meydana çıksın diye karanlıktan ibâret olan şu kâinatı yaratmıştır; yine böylece peygamberlerle erenleri meydana çıkarmış, “Sıfatlarımla halka görün” demiştir. Onlar, düşmanın dosttan, tek, eşsiz kişinin yabancıdan ayrılması, belli olması için Tanrı ışığını elde etmiş olanlardır.
Denizler Mürekkep Olsa…
Şu hâfız Kur’ân’ı doğru okuyor. Evet, Kur’ân’ın şeklini doğru okuyor amma anlamdan haberi yok. Delîli de şu: Anlamı söylersen reddeder, sözleriyle körü körüne okur durur.
Şuna benzer bu: Adamın biri, eline bir kunduz alır. Ondan daha güzel bir kunduz getirirler, istemez. Anlarız ki kunduzu tanımıyor, bilmiyor bu adam. Birisi bu kunduzdur demiş ona, o da ona uyup kunduzu eline almış. Hani ceviz oynayan çocuklar gibi; oynarlar amma cevizin içini versen, yağını versen istemezler; ceviz, şakır şakır ses çıkaran şeydir, bununsa şakır şakır şakırdaması yok derler.
Tanrı’nın hazineleri çoktur. Tanrının bilgileri çoktur. O hâfızın bilgisi var da Kur’ân’ı okuyorsa peki, neden öbür Kur’ân’ı reddediyor? Bir hâfıza söyledim, anlattım; dedim ki: Tanrı Kur’ân da diyor ki: “Söyle, deniz sözlerine mürekkep olsa o mürekkep, Rabbimin sözleri bitmeden tükenir gider.” Şimdi, bu Kur’ân, elli dirhem mürekkeple yazılabilir. Bu söz, Tanrı bilgisine bir işârettir; Tanrı bilgisiyse yalnız bu kadar değildir. Bir aktar, bir parça kağıda bir ilâç koysa, sen de bütün aktar dükkânı bu kağıt parçasındandır desen aptallıktır bu. Mûsâ’nın, İsâ’nın, bunlardan başka peygamberlerin zamanında da Kur’ân vardı, Tanrı sözü vardı, fakat Arapça değildi. Bunu anlattım, o hâfıza tesir etmedi; ben de vazgeçtim.
Kasîde:
“O güzel yüzlü hocanın acaba nesi var? O, insanlık vazîfesini, kulluk vazîfesini gereği gibi yapıyor mu? Onun gönül aynası sanıldığı gibi tozsuz mudur? Temiz midir?
Onunla konuş, onu anlamaya çalış! Bak bakalım onda ölürnsüzlük şarabından nasıl bir koku var! Varsa eğer vakit geçirmeden ondan mânevî bir koku al!
Onun gül bahçesinin içine gir, bak bakalım, o bahçede nergislerden lâlelerden ne var?
O, her ne kadar, peygamberlerden söz ediyorsa da, onların mucizelerinden bahsediyorsa da, onda peygamberlerin huyundan bir huy var mı? Sen ona bak, lâfına bakma! Söylediklerini yaşıyor mu; onu anlamaya çalış!
Salâvat verip duruyor, tesbih çekiyor ama, onda Hazreti Mustafa’nın safvetinden, ruh ne var?”