FÎHİ MÂ-FÎH’DEN SOHBETLER – 15

Aşktan Başka Her Şey Harâmdır Âşığa…

İnsanın beden gemisinin yelkeni imandır. Yelken oldu mu, yel, onu büyük bir yere sürer götürür. Fakat yelken olmazsa söz, bir yeldir ancak. 

Ne hoştur sevenle sevilenin arasında hiçbir teklif ve tekellüfün olmayışı. Bütün bu teklif ve tekellüfler, yabancılar içindir. Aşktan başka her şey haramdır âşığa. Bu sözü iyice, tam anlatırdım amma yeri sırası değil. Suyun gönül havuzuna akması için çok arklar açmak, dereler kazmak gerek. Yoksa ya dinleyen topluluk usanır, yahut da söyleyene usanç gelir, bahâneler getirir; dinleyenlerden usancı gideremeyen kişininse iki pul bile değeri yoktur. 

Âşık, sevgilinin güzelliğine delil getirmez kimseye. Hiç kimse de sevgilinin güzel olmadığını belirten bir delili âşığın gönlüne yerleştiremez. 

Şu hâlde anlaşıldı ki burada delilin işi yok; burada aşk istemek gerek. Şimdi beyitte mübalâğa yapsak da âşık hakkında mübalâğa değildir o. Görüyoruz hani, mürîd, şeyhin görünüşüne, şekline özünü, anlamını saçıp döküyor da, a şekli bile binlerce anlamdan daha da hoş olan diyor. Çünkü zâten şeyhe gelen mürîd, önce kendi özünden, varlığından geçer, şeyhe muhtaç olur. 

Bahâeddin, şeyhin şekli için kendi anlamından geçmiyor, kendi anlamından, şeyhin canına ulaşmak, anlamına varmak için geçiyor, değil mi diye sordu. 

Mevlânâ buyurdu ki: Böyle olamaz; böyle olursa her ikisi de şeyh olur. Şimdi içinde bir ışık elde etmelisin ki şu işkil yükünden kurtulasın, emîn olasın, içinde böyle ışık bulunan kişinin gönlünde, beylik, vezirlik gibi dünyâyla ilgili düşünceler parlasa bile bir şimşek gibi çakıp geçiverir. Hani dünya ehlinin gönlünde de Tanrı korkusu, erenlerin âlemini özleyiş gibi görünmeyen dünyâyla ilgili düşünceler parlasa bile bir şimşek gibidir bunlar, çakar gider. Tanrı ehli olanlarsa tümden Tanrı’ya vermişlerdir kendilerini; Tanrı’ya tutmuşlardır yüzlerini; Tanrı’yla oyalanırlar; Tanrı’ya dalmış gitmiştir onlar. Dünya hevesleri, iktidârı kalmamış adamdaki istek gibi bir yüz gösterir, fakat durmaz, geçer gider. Dünya ehli de âhiret hâllerinde tam bunun tersinedir.

Kasîde:

“Âşığın, delilikten başka ne sanatı, ne hüneri vardır? 

Sevgililerin nazlanmaları da, kendilerini âşıklara yabancı gibi göstermekten başka ne olabilir? 

Nurun, ışığın önünde oynamayı, sıçramayı, dönüp dolaşmayı zerrelerden; yiğitlikte bulunmayı, korkmadan kendini ateşe atıp yanmayı da pervâneden öğren! 

Sarhoş arslan gibi sıçra, atıl; ne evveli ne de âhiri, yâni ne önü ne de sonu bil! Arslanlara, kedi ile savaşmak ayıptır! 

Sen, sırlar kadehisin; kulağını tıka, gözünü kapa! Çatlak kâse, kadehlik edemez! 

Kim, keskin kılıcın önünde kalkan gibi çırçıplak durur da paralanmak ister; kim, altın gibi, kuyumcunun tavasında ateşle bir evde oturabilir? 

Irmağın suyu tatlıdır ama, denizin heybeti nerededir! Nerede şâha vezir olmak, nerede her çeşit kayıttan, bağdan kurtulmak, hür olmak! 

Gece, yıldızlar ve ay yüzünden aydınlık olsa bile, gündüzün yerini tutabilir mi? Boncuk parlak olsa bile, incilik edebilir mi?”

00

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.