Tanrı Dilerse…
Herkes Kâbe’ye gireceğiz der. Kimisi de Tanrı izin verirse gireceğiz der. Tanrı izin verirse diyenler âşıklardır. Çünkü âşık, kendini bir iş güç görüyor, dilediğini yapıyor görmez; sevgilinin işine gücüne koyulmuş görür. Bu yüzden de sevgili dilerse gireriz der. Şimdi zâhir ehline göre Mescidü’l Harâm, halkın gittiği bu Kâbe’dir. Âşıklara, haslara göreyse Mescidü’l Harâm, Tanrı’yla buluşmadır. Onun için de Tanrı dilerse derler, ona ereriz, görme yüceliğine ulaşırız. Fakat sevgilinin Tanrı izin verirse demesine az rastlanır.
Bir garibin hikâyesi vardır hani. Fakat garip gerek ki garibin hikâyesini işitsin, duyabilsin.
Tanrı’nın öylesine kulları vardır ki onlar, özlenilenlerdir, sevilenlerdir. Ulu Tanrı onları diler. Âşıkların ödevleri neyse Tanrı, onlara karşı, o ödevleri işler; böylesine bir iştir, işler durur. Hani âşık, Tanrı izin verirse varırız diyordu ya; Ulu Tanrı, o üstün ere karşı bunu der. Bunu anlatmaya koyulsak Tanrı’ya ulaşmış erenler bile ipin ucunu yitirirler; iş böyleyken bu çeşit hâller, bu çeşit gizli şeyler, halka nasıl söylenebilir?
Gönül Alçaklığı…
Birisi içeriye girdi; Mevlâna buyurdu ki:
Sevgilidir, alçak gönüllüdür o. Bu, mayasında var onun. Hani meyvesi çok olan dal gibi; o meyve onu aşağıya eğer. Meyvesi olmayan dalsa selvi gibi yücelere baş çeker. Meyve haddini aştı mı da büsbütün yerlere döşenmesin diye o dala direkler dayarlar.
Tanrı rahmet etsin, esenlikler versin, Peygamberimiz pek alçak gönüllüydü; çünkü önden sondan bütün dünyanın meyvesi onda toplanmıştı; bu yüzden de herkesten daha alçak gönüllüydü.
“Selâm vermede Tanrı Elçisi’ni kimse geçememiştir.” Peygamber’den önce kimse ona selâm verememiştir; çünkü Peygamber, sonsuz bir gönül alçaklığıyla ondan önce selâm verirdi. Fakat tutalım önce selâm vermesin, yine de gönlü alçak olan oydu, selâmda ilk davranan oydu; çünkü selâmı ondan öğrendiler, ondan duydular. Öncekiler de, sonra gelenler de, hepsi onun vuruşudur, hepsi onun gölgesi.
Bir kişinin gölgesi, eve ondan önce girse gölge, görünüşte öncülük eder görünür amma gerçekte ilk giren, o kişidir. Çünkü gölge, ona uyar. Bu huylar, şimdi meydana gelmiş de değil. Tâ o vakitten, Âdem’in zerrelerinde vardı. Onun parça buçuklarında vardı bu zerreler. Kimisi aydındı, kimisi yarı aydın, kimisi de karanlık. Bu, şimdi meydana çıkmada. Fakat bu aydınlık, bu ışıklık, daha öncedir; onun zerresi Âdem’de hepsinden daha arıydı, daha aydındı, daha alçak gönüllüydü.
Beyit:
“Akıl çenginden benlik, senlik telini kopar; onun yerine sevgi telini tak! Vakit geçirmeden gönül nağmelerini seslendirmeye başla, bir benim için çal, bir de senin için çal!..”