Hazreti Mevlâna şöyle buyurur:
“Nefsle şeytan ikisi de birdir… surette kendisini iki gösterdi. Melekle akıl da birdir, hikmeti var da onun için iki suret oldu.
İçinde aklı alan, cana da düşman, dine de düşman olan böyle bir düşmanın var. Bir an kertenkele gibi saldırır, derken çabucak deliğe kaçıverir.
Gönlünde nice delikler var. Her delikten baş çıkarıp durmada! Nefs, senin iç âleminde yolunu kesmeseydi bu yol kesiciler, sana el atabilirler miydi? Seni kötü şeylere sevkeden kibirden, o gizli memur yüzünden gönül, hırsa, tamaha, âfete esir olmuştur. Şu güzel öğüdü duy: Düşmanların en kuvvetlisi içinizdedir!”
Mesnevî’de nefsin bir sihir gibi hakîkatleri farklı gösterdiğinden bahseder Mevlâna:
“Dünya sevgisi, dünya geçimine savaşma yüzünden sana o ebedî azâbı önemsiz gösterir. Ölümü bile önemsiz bir hâle getirirse bunda şaşılacak ne var ki? O, sihriyle bunun gibi yüzlerce iş yapar! Gözbağcılıkla çirkinleri güzelleştirir, güzelleri çirkin bir şekle sokar. Bir an gelir, insanı eşek gösterir… bir an gelir, eşeği şaşılacak bir adam şekline sokar! İşte senin içinde böyle bir sihirbâz gizlidir. Vesveselerde dâimî bir sihir kuvveti vardır!”
Hakîkatleri tüm gerçekliğiyle gözler önüne seren Hazreti Mevlâna’nın kapısı umutsuzluk kapısı değildir. Böyle güçlü bir düşmana ve onun zehrine karşı, ondan daha güçlü bir tiryâk sunar:
“Fakat bu sihirlerin hüküm sürdüğü âlemde öyle sihirbâzlar da var ki sihirlerin hükmünü gideriverirler. Bu kuvvetli zehrin meydana çıktığı ovada tiryâk da meydana çıkmıştır ey oğul!
Tiryâk, sana ‘Gel, beni kendine siper et; ben, sana zehirden daha yakınım. Onun sözü sihirdir, seni yıkıp, harâb eder… benim sözüm de sihir ama onun sihrini defeder’ der!”
Kasîde:
“Sevgilim, beni kınayarak; ‘Niçin böyle yol ortasında düştün kaldın?’ diyor. ‘Sevgili!’ diyorum, ‘Sen bana öyle bir şarap verdin ki beni yere serdin.’
Ben yere öyle serildim, öyle kendimden geçtim ki, mahşerde bile kalkamam. Şarap kabının kapağını senin öyle edâlı bir hâlde açışın, kadehi de nazik parmaklarınla öyle bir tutuşun var ki…
Mest olmuşum, kendimi kaybetmişim. Fakat şu kadarını biliyorum ki, sen hemen geldin, elinle başımı tutup göğsüne dayadın.
Sevgilim; sen gerçekten üstün bir varlıksın. Aşkının sakîsi olan o güzel gözlerin yok mu? Onlar bana kadehsiz şarap sunmadalar.
Bu hâl de senin lütfunu, ihsânını gösteriyor; gözlerinin şarabı ile mest olmasam, aklım başımda kalsa sevinçten çatlardım.
Sen bana şarap sundun, ben ellerimi hemen neşeden birbirine vurdum.
Sunduğun o bir kadeh yok mu? Beni binlerce elemden, mahrumiyetter kurtardı.
Hele senin o yarı mest gözlerinden neşe, sevinç doğmuştur. Şu bir gerçektir ki; Sen ilk önce yaratılan bir ruhsun, sen hiç kimseden doğmadın.”