Hazreti Mevlâna her zaman yoklukla aşk arasında bir bağ kurar, ikisini aynı anlama getiren sözler sarfeder. Bir yerde şöyle buyurur:
“Sevgili sizi sizsiz çağırıyor. Bu sebeple size, ‘sizle beraber olmak’ uygun düşmez!”
Ve aşkın, Tanrı’nın lütfu ve keremi olduğunu şu sözleriyle açıklar:
“Korkma! Bu aşk ırmağı insanı kucaklar, bağrına basar, derinliklerine alır, batırır ama öldürmez. Çünkü âb-ı hayattan ibârettir. Allah’ın lütfundan, kereminden başka bir şey değildir.”
Yokluğun, sadece aşkın değil, şaşılıktan kurtulmanın yolu olduğunu şu sözleriyle ifade eder:
“Senin varlığın Hakk’ın varlığı önünde yoktur. Yoktan ibârettir. Sen, var gibi görünen bir yoksun. İşte bu hakîkati anlarsan, şaşılıktan kurtulursun.”
Kendinde olma hâlleri bizleri nasıl bir havaya sürükler? Ve bunun karşılığında kendinden geçmek neler kazandırır? Hazreti Mevlâna, şu sözlerle, bu iki hâlin karşılaştırmasını da gözler önüne serer:
“Sen kendinde olduğun, kendini sevdiğin zaman, sevgiliyi bulamazsın. Sevgili diken gibi senin gözüne batar. Fakat kendinde olmadığın, kendini beğenmediğin zaman sevgili sana çok yakın olur.”
“Kendinde iken sevgili senden kaçar. Yanına gelmez. Kendinden geçince sana sevgilinin aşk şarabı sunulur.”
Sevgiliye kavuşmak için benlikten kurtulma yolunu gösteren Hazreti Mevlâna şöyle buyurur:
“Eğer sen benlikten kurtulur, benliğini yok edersen, benliksiz olursan, ona kavuşursun; o zaman sen bir dertken devâ olursun da bütün yaralara merhem kesilirsin.”
Rubaî:
“Eğer sen bizden isen, eğer sen de Hakk’ı arıyorsan, şekli sureti bırak da gönüle doğru yürü, gönüle gel!..
Ey Tebrizli Şems! Doğudan doğ; çık, görün! Çünkü, her ışığın aslının aslının aslı sensin!”