Âriflerin Menkîbeleri’nde, bir grubun, Alâaddin Siryânus’a “Mevlâna’ya niçin Allah diyorsun?” diye soru sordukları nakledilir.
Alâadin Siryânus, “Allah sözünden daha yüksek ve ondan daha yüce bir ad bulamadım ki söyleyeyim. Eğer başka bir ad olsaydı onu da söylerdim” diye cevaplar.
“Hakîkat ehlinin tarîkatinde hâlis bir kul, kendi şeyhi hakkında ne söylerse câiz görülür. Bundan o kınanmaz” diye buyuran Hazreti Mevlâna gibi Hazreti Şems de Allah’a ulaşmak konusunda Makalât’ta bizlere şöyle bir yol çizer:
“Allah yolunun bilgisi mücâhede ile çalışmakla da elde edilemez. Bir kimse bu bilgiye erişmek için yerde, gökte durmadan uğraşsa bile eli boş kalır. Karanlığa gömülür. Meğer ki Allah bilgisine ermiş erenlerden birinin eteğine yapışsın da onunla birlikte çalışsın. Zaten o Allah velîsinin arzusu da bu maksadı gerçekleştirmek değil midir?”
Dîvân-ı Kebîr’de, “Surete aşık olma” diyerek bizleri uyaran Hazreti Mevlâna, canı arayıp da can bulmamızı ister.
“Mürid nedir?” sorusuna yine Dîvân-ı Kebîr’de cevap veren Hazreti Mevlâna müridin hakîkati için şunları söyler:
“Mürid nedir? Koşarak murad isteyendir. Sen soru ve dileksin. Sevgili her sorunun cevabıdır. Dilek isteyenin, av avlayanındır.”
Hazreti Mevlâna’nın müridlerine nasıl bir değer verdiği Âriflerin Menkîbeleri’nde nakledilen şu sözlerinden anlaşılabilir:
“Dünya bilsin bilmesin, bizim cismimiz müridlerimizin canı ve müridlerimizin cismi de dünyanın canıdır.”
Rubaî:
“Daima, mânen Hakk’la beraber olursan, güzel, mutlak bir can olursun.
Ey benim canımın canı! Böyle olursan ne parlak bir hâle gelirsin. Hey hey diye neşelenme vakti gelmiş olur.”