
“Çalışanlar fenalık düşünmeye fırsat bulamazlar. Çalışmayanlar ise kendilerini fenalıktan kurtaramazlar.”
İmam Ali Efendimizin bu sözü çok güzel ve yerindedir. Bir insan çalışmaya daldı mı, artık Ahmed’i, Mehmed’i, Fatma’yı düşünemez. İşini bitirsin de bir an evvel evine gitsin, yemeğini yesin, arkadaşlarıyla buluşsun, bunları düşünür. Çalışmayan, bir işle meşgul olmayan bir kişi ise, aklını her tarafa götürür. Böyle bir akıl insanı dedikoduya sürükler. Başkalarının dedikodusunu yapan kişi, Adem eti yiyor demektir.
Samatya yolu üzerinde bir cami vardır. Caminin ismi Etyemez Camii. O devrin padişahı bir gün merak ediyor, bu camiyi yapan kişiler acaba hiç mi et yemediler, yemedikleri etin parasını biriktirip de mi bu camiyi yaptırdılar, diye düşünüyor. Sonra diyor ki kendi kendine ne kadar et yemeyerek parasını biriktirse de, o parayla bu cami yapılamaz. Vezirine soruyor, “Sen ne düşünüyorsun bu konuda? Acaba bunlar halkı mı kandırıyor?” Vezir diyor, “Çağıralım cami sahiplerini, etli yemekler ikram edelim, bakalım yiyorlarsa, o zaman halkı kandırıyorlar demektir.” Çağırıyorlar cami sahiplerini, onlar da teşrif ediyorlar. Hal hatır soruşuyorlar, bir vakitten sonra sofra kuruluyor. Sofrada her türlü et yemeği var. Bakıyorlar ki, cami sahipleri hiç tereddüt etmeden bütün etli yemekleri yiyorlar. Yemek bittikten sonra padişah soruyor, “Efendi! Siz bir cami inşa ettiniz, adını da Etyemez Camii koydunuz. Ama gördüm ki siz et yiyorsunuz. Bu nasıl oluyor?” Cami sahibi şu cevabı veriyor: “Şevketlim, kesilen bütün hayvanlar bir mümine can verecekleri için seve seve verirler canlarını. Çünkü hayvaniyetten Ademiyata yola çıkıyorlar. Ama diğer taraftan öyle insanlar da vardır ki bu kesilen hayvanlar onlara can feda etmek istemezler. Çünkü onlar hayvandan da beterdirler. Ayaklarını direrler yürümezler.”
Bir hikaye daha anlatayım: Bir gün bir mandayı kasaplar tutmuşlar kesecekler, manda kurtarıyor kendini onların elinden, başlıyor kaçmaya. Koskoca çarşının içinde, o kadar insan içinde, koşup geliyor Mevlana’ya. Kafasını sürüyor Mevlana’ya, gözlerinden yaşlar geliyor. Mevlana okşuyor mandanın başını, diğer taraftan da bakıyor ki kasaplar koşa koşa geliyorlar. “Durun Efendiler” diyor, “bu hayvan bu kadar insan içinde hiçbirine sığınmadı, geldi bana sığındı. Bu mandanın değeri ne kadarsa ben onu satın almak istiyorum.” Diyorlar ki şu kadar, Mevlana veriyor parayı, kasaplara “Hadi siz gidin” diyor. Mevlana, mandayı çayırlık bir yere götürüyor ve orada serbest bırakıyor. Manda biraz dolaşıyor sonra uzaklaşıyor, gözden kayboluyor, sırlanıyor. Hazreti Pir böyle bir keramet gösteriyor.
Hasıl-ı kelam, Şahımız Ali’nin bütün sözleri doğru ve yerindedir. Çalışan insan fırsat bulamaz dedikodu yapmaya, çalışmayan insan durduğu yerde dedikodu üretir, Adem eti yemeye başlar.
Biz burada her zaman ne diyoruz? Eğer yapacaksanız bir dedikodu, Hazreti Muhammed Efendimizin büyüklüğünün dedikodusunu yapın. O zaman siz ruhen banyo yapmış gibi olursunuz, temizlenmiş olursunuz. Eğer dünya muhabbeti yaparsanız, dünya hep çamurdur, bakarsınız onun çamuru sizin üzerinize de sıçrar.