Mevlâna, şiirleriyle, sanatıyla, düşünceleriyle bize tasavvuf yolunda en büyük kılavuz olmuştur. Başka sufîler gibi bir köşeye çekilmiş değildir. Hayata ve insanlığa yayılır. Günlük hayatta yaşar. Öyle ki cüzzamlısından düşmüşüne kadar tüm insanları sonsuz şefkatiyle kucaklar.
Âriflerin Menkîbeleri’nde şöyle anlatılır:
Hazreti Mevlâna ve arkadaşları ılıcaya teşrif etmişti. Ilıcaya ulaştıkları vakit Çelebi Emîr Âlim Hazretleri, Mevlâna’nın arkadaşlarıyla yalnız kalması için insanları hamamdan dışarı çıkarmış ve havuzu kırmızı, yeşil elmalarla doldurmuştu.
Mevlâna Hazretleri içeri girdiği vakit insanların acele ile elbiselerini giydiklerini ve utanarak çıkmakta olduklarını, havuzun da elmalarla dolu olduğunu gördü.
Bunun üzerine, “Ey Emîr Âlim, bu insanların canları elmadan daha mı az kıymetlidir ki, onları dışarı atıp havuzu elmalarla doldurdun. Bütün dünya ve onun içindeki şeyler, insanlar için ve insan da o dem için değil midir? Eğer beni seviyorsan, söyle de hepsi hamama girsinler. Fukarası, zengini, sağlamı ve zayıfı dışarıda kalmasın ki, ben de onlarla birlikte suya girebileyim” diye buyurdu.
Şiir:
“Dünyadan maksat insandır, insandan maksat da o nefestir.”
Sultan’ül-Ulemâ’nın halifêsi ve Mevlâna’nın babasından sonraki mürşidi Seyyid Burhaneddin Hazretleri, yanından ayrılırken Mevlâna’ya, “Sen artık yetiştin oğlum. Eşi benzeri bulunmayan bir bilgin oldun, haydi yürü de insanların ruhunu taze hayat ve ölçülemeyecek bir rahmete boğ. Bu suret âleminin ölülerini, kendi mânâ aşkınla dirilt” diyerek Mevlâna’yı insanları irşâd etmesi için yönlendirmiştir. O yüce Sultan, Tanrı aşığı bir ân olsun çalışmaktan vazgeçmemiş, gece gündüz yolda, bahçede hiç dinlenmeden hem sohbetlerinde, hem de yazılı eserlerinde insanı ve insanın gerçek kimliğini anlatmış, ilâhî aşk sırlarından bahsetmiştir.
Kasîde:
“Sakî şarap getir! Günler pek hoş, pek güzel! Bugün şarap içmek, sohbet otağı kurmak, gönülde aşk ateşini uyandırmak günü! Onu mânen bulmak, ona hayran olmak günü.
Sakî nazik, şarap lâtif, günler değerli, şerefli günler! Meclis gökyüzü gibi aydınlık, sevgili de ay gibi giizel!
Ney sesini dinle! Aslında o ses ney’in değildir. Ona üfleyenin duygularının ney’den duyulan nağmeleridir. Sen aşk şarabını içmeye bak! Gam kendi derdine düşmüş, çırpınıp duruyor.
Bugün tövbeden başka bozulacak birşey yok! Bugün sevgilinin saçından başka dağınık, perişan bir şey yok!
Bütün dünyanın heves ettiği, aşkına kapıldığı o güzel, balçıktan yaratılmıştır. Fakat o, gizli olarak Hakk’ın kudreti, yaratma gücü, sanatı ile süslenmiştir.
Bugün başka türlü bir gün, bugün nerede bir ölü varsa canlanır, dirilir. Bugün kör bile başka bir göze sahip olur.
Nice beden vardır ki, toprak esiridir, mezarda çürümeğe mahkumdur. Fakat gönlü gökyüzünde emîr nice tohum var ki, toprak altına düşmüş, ondan biten ağaç yücelmiş, boy atmış.
Gönlü mücevher, inci hazinesi olan bir varlık nasıl olur da kirli toprakta yaşar? Sevgilisini bağrına basmış olan bir kişinin nasıl olur da gönlü daralır, sıkılır?”