
Hazreti Mevlana buyuruyor ki: “Ben kendi Musa-yı Hakikimin elinde bir asayım ve meydandayım. Musa, bizdedir. Kim ki o asaya ihanet ederse, onadır; kim ki riayet ederse, ria onadır.” Ne buyurursunuz Hasan Dede?
Bir gün Hazreti Musa’ya bir nida geliyor: “Ey Musa, elindeki asa ne vazife görüyor?” Musa da diyor ki: “Elimdeki asa, koyunlarım uzaklaşırsa onları toplamaya yarıyor. Koyunların arasında keçiler var, asamla onlara ağaçlardan yaprak silkeliyorum, besliyorum. Bir de yorulduğum zaman asaya dayanıyorum.” İçindeki ses soruyor: “Sen bu asayı bu sebeple mi verilmiş sanıyorsun?” Musa cevap veriyor: “Evet, ya Rab!” Rabbi hemen emrediyor: “Bırak o asayı yere!” Musa, emrolunduğu gibi asayı yere bırakır bırakmaz, asa yedi başlı bir ejderha halini alıyor. Musa ejderhayı görünce kaçmaya başlıyor. Rabbinden yine bir nida geliyor: “Geri dön ya Musa! Çık o ejderhanın üstüne ve tut boynundan!” Musa ürkerek geri dönüyor ve ejderhanın üstüne çıkıyor. Ejderhayı boynundan yakalayınca, ejderha tekrar bir asa haline geliyor
Şimdi Hazreti Mevlana’nın bu beyitlerinde bizlere anlatmak istediği şey şudur: Bizler, kendimizi yokluğa bırakırsak, Hakk varlığını bizlerden gösterir ve her işimiz âsân olur. Çünkü biz yokuz artık, O var. Eğer biz kendimizi Hakk’a teslim etmezsek, bizler de Musa gibi, o asadan kaçarız. O yedi başlı ejderhanın manası da şudur: İki göz, iki burun deliği, iki kulak ve bir de ağızdır. Bunlar eğer nefse yönlenirse, işte her biri bir ejderha olur ve sahibini mahveder. Yani bütün dava, Mevlanamız gibi teslimiyetli yaşamaktır. Eğer böyle olursa bu meydan yürür, yoksa başka türlü yürümez.
Hazreti Mevlana’mız ne güzel buyurur ve der ki:
“Sevgili! Sen Hz. Musa gibisin. Ben de senin elinde asanım. Bazen halkın dayanağı oluyorum. Bazen de senin ejderhan!
Ey bakî olan, ölümsüz ve sonsuz olan Allah’ım! Senin varlığına ne gün sığar, ne de zaman! Gönlüm de senin sevdana kapılmış, zamanım da!
Bana yüzlerce gün, yüzlerce zaman bağışlasan,onların hepsi de, senin aşkına, muhabbetine feda olsun.
Gözlerim, yarattığın güzelleri, güzellikleri, çeşit çeşit hayvanları, bitkileri, gökleri, yıldızları gördü de, senin eşsiz vasıflarını, yaratma gücünü, dilsiz dudaksız olarak gönle söyledi. Gönül, gözün anlattıklarını duyunca, kendisi baştan başa göz oldu.
Bu gözlerim, senden gönüle haber götüreliden beri, gönül iki gözüme, dua edip durmada.
Gökyüzü, yüzlerce mumla, senin gönüller alan o güzel gözlerini, gece gündüz aramada, telaşla dönüp durmadadır.
Ey can! Gönlümün gam yemesinden ötürü beni seviyor, benden razı oluyorsan; ben gama yüzlerce gönül verirdim.
Beni, senin gam havanında yüzlerce defa döv, ez. Bu ezilişle, senin tutiya’n olurum. Gözlere çekilir, gözleri aydınlatırım.
Can da nedir? Senin güzelliğinin gül bahçesinden bir yarım bayraktır. Peki gönül dediğin nedir? Senin bağında açılmış bir çiçek.”