MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (155)

Sultan Veled Hazretleri buyuruyor ki: “Mertlik başkalarıyla savaşmak değildir. Asıl mertlik ve Rüstemlik kendi nefsiyle savaşmaktır. Sen bir insanı sevmediğin zaman onu, sövmek, kötü konuşmak, korkutmak gibi şeylerle evinden uzaklaştırabilirsin. Eğer bunu başaramazsan, o evi boşaltır, çıkar başka bir eve gidersin.” Cenab-ı Mevlana da diyor ki: “Eğer o seni sıkıyorsa, kalk git. O senin ayağını tutmuyor ya…” Bizlerin, kendimizi sıkan düşünce ve fikirlerden uzaklaşma imkanımız varken, bir türlü uzaklaşamıyoruz ve onları kafamızdan çıkartıp atamıyoruz. Ne yapmalıyız?

Evet, malesef bizler bu düşüncelerden arınamıyoruz ve bu düşünceler bizlere fayda vereceğine zarar veriyor.

İnsanı bu karamsar düşüncelerden kurtaracak en etkili ilaç, imandır. Eğer kişi, kalbinin en üst mertebesini iman ettiği yere verirse ve kendi aklını bırakıp, iman ettiği yerin aklını başına koyarsa, o kişide artık hiçbir karamsar düşünce olmaz. Bu karamsar düşüncelerin sebebi tamamen iman zayıflığıdır. Bir kişide karamsar düşünceler varsa, dili ile iman ettiğini söylüyor ama demek ki kalbine tam manasıyla yerleşmemiş demektir.

“Allah’ın, göğsünü İslam’a açtığı, böylece Rabbinden bir nur üzere bulunan kimse, kalbi imana kapalı kimse gibi midir? Allah’ın zikrine karşı kalbleri katı olanların vay haline! İşte onlar açık bir sapıklık içindedirler.” (Zümer, 22)

Yine Cenab-ı Mevlana’dan misal verelim: Hazreti Mevlana, Şems Hazretlerinden önce, babası Sultan’ül-Ulema Hazretlerinin eğitimde yetişti, ondan bir sürü ilim tahsil etti. Fakat ne zaman ki Şems ile buluştular, Mevlana’da büyük bir değişiklik zuhur etti, bambaşka bir Mevlana oldu. Ne yaptı? Camiyi terketti, vaaz vermeyi bıraktı ve kendini tamamen sevgiye, aşka, muhabbete verdi. Böyle olunca herkes Şems-i Tebrizi Hazretlerine düşman oldular, dedikodu çıkardılar, hatta bir gün Hazreti Mevlana’nın kapısına dayandılar. Mevlana, kalkıp kapıyı açmak istedi, ama Şems onu durdurdu ve, “Dur Mevlana, onlar seni değil, beni istiyorlar” dedi. Sonra gitti kapıya gelenlere, “Buyrun ne istiyorsunuz?“ diye sordu. Onlar da, “Hocamızı istiyoruz” dediler. Bunun üzerine Şems, “Güzel, fakat hediye olarak ne getirdiniz ki, ben de sizlere hocanızı vereyim?” diye sordu. Hepsi şaşırdı, hiçbir şey diyemediler. İçlerinden biri, “Peki sen ne getirdin?” diye sorunca, Şems onlara şu cevabı verdi: “Ben ona başımı verdim…”

Bizler, malesef lafta başımızı veriyoruz, lafta teslim oluyoruz, lafta iman sahibi oluyoruz. Hal böyle olunca, bir de bakıyoruz ki, kafalarda yine karamsar düşünceler meydana geliyor.

Tasavvuf ehline ne derler? Erenler. ‘Eren’ dediğimiz zaman, eren kişinin erdiği yerden konuşması lazım. Bugün, erdim, diyorlar ama, sohbet edince bir de görüyoruz ki, başka yere ermişler. Netice itibariyle, kişi iman sahibi olmadan, karamsar düşüncelerden kesinlikle kurtulamaz.

“İşte onların ilimden ulaşabildikleri nokta! Şüphesiz senin Rabbin, yolundan sapanı daha iyi bilir. O, hidayete ereni de daha iyi bilir.” (Necm, 30)

“Andolsun ki, biz içinizden cihad edenlerle, sabredenleri ortaya çıkarıncaya ve yaptıklarınızla ilgili haberlerinizi açıklayıncaya kadar sizi deneyeceğiz.” (Muhammed, 31)

00

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.