Mana alemine kendini veren kişiler mecazı da duysalar veya görseler hakikati anlıyorlar ve idrak ediyorlar. Bizler ise hakikati duysak bile zihnimiz o hakikati mecaz olarak algılıyor. Zihinlerimizi hakikatleri anlamaya nasıl yönlendirebiliriz Hasan Dede?
Kişinin düşüncesi ne ise, ona göre hesap yapar. Bir insan sevgiye, aşka düşmemişse ve tam bir imanla bağlı olduğu yere sarılmamışsa eğer, defalarca hakikatleri duymuş olsa dahi, daima kendine uygun geldiği şekilde dinler ve öyle algılar.
“Halbuki onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece zanna uyuyorlar. Şüphesiz zan, hakikat namına hiçbir şey ifade etmez.” (Necm, 28)
Cenab-ı Hakk, kendisini Hazreti Muhammed’e verdi. Bütün Piran Efendilerimiz de Hazreti Muhammed Efendimizin manevi kardeşleri olarak dünyaya yüz tuttular, O’nun güzelliklerinden dil döktüler ve kendilerini sevenlerine kazandırdılar.
“Onlara rahmetimizden bağışta bulunduk. Onlar için yüce bir doğruluk dili var ettik, güzel bir söz ile anılmalarını temin ettik.” (Meryem, 50)
Yine Hazreti Mevlana şöyle buyurur: “Bana gelen evlatlarımdan, kimisi lokmama gelir, kimisi kisveme gelir, bana geleni daha göremedim.” Yani kimsinin karnı aç, sofrasında karınlarını doyurmak için gelmişler. Kimileri de, ben de derviş oldum demek için, kisvesine gelmişler. Fakat benim için geleni daha göremedim, diyor.
Galib Dede Hazretlerinin zamanında da bir adam Galata Mevlevihanesine gelmiş, “Dünyadan soyunmak istiyorum, derviş olmak istiyorum” demiş. Adamı Galib Dede’nin huzuruna çıkarmışlar. Galib Dede, adama bakmış ve demiş ki: “Zaten bu adamın dünyalığı yok, her tarafı yırtık pırtık, belli ki elbiselerini yenilemek için gelmiş.” Buna benzer şeyler o devirlerde de vardı, bu devirde de var. Dergaha belki bin kişi gelir, aralarından bir kişi çıkarsa ne mutlu. Peki eğer çıkmazsa ne olacak? Onların da kaybı yoktur, onlara da şefaatimizi gösteririz. Ama gönül iman sahibini ister. İster ki, arkadaş olsunlar, beraber halvet olsunlar.
Mevlana’mızın kasidesindeki şu beyitlere kulak verelim, bakın ne güzel buyuruyor ve diyor ki:
“Biz kadim olan, önüne evvel düşünülemeyen bir zamandan beri aşka düşen kişileriz. Bizden olmayanların, bizden geri kalanların hepsi de bize seyirci olmuşlardır.
Fakat seyirciler usandı. Ortada yalnız kızgın aşk şuleleri ile beslenen gönül kaldı.
Biz, gökyüzü gibi güneşin arkadaşıyız, dostuyuz. Biz onun ışığında yıldız gibi gizli kalmayız.
Biz minarenin üstündeki deve gibi parmakla gösteriliyoruz, tanınmışız.
Bizde bir hayalden başka bir şeycik kalmadı. 0 da parça parça oldu, ortadan kayboldu.
Hakk sevgisi yolunda yürüyenler, çare aradılar. Anladılar ki, varlık kaldıkça çare yoktur.
Demir, bakır, kaya gibi aşk ateşinde yanmak için sıraya girdiler.
Ercesine, korkmadan, sonsuz olan, kıyısı bulunmayan aşk denizine daldılar…”