MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (177)

Hazreti Mevlana buyuruyor ki: “Mesnevi’yi okuyan benimle sohbet etmiş gibidir. Yani Mesnevi ona mürşidlik eder.” Fakat başka bir yerde de Hazreti Mevlana diyor ki: “Temiz olmayanlar bu Mesnevi’den bir şey anlamazlar.” Yine bir başka sözü daha var, o da şu: “Bizi öldürmek isteyenler bizde dirildiler.” Ne dersiniz Hasan Dede?

Cenab-ı Mevlana şöyle buyurur: “Benim eserim Mesnevi’yi elinize alıp okumaya başladığınızda benimle konuşmaya başlarsınız. Fakat okurken kulaklarınızın işiteceği kadar sesinizi yükseltin ki, o zaman sizin dilinizden sanki ben konuşmuş gibi olurum ve siz de dinlemiş olursunuz. Eğer sessiz okursanız, o sırada aklınız başka yerlere kayabilir ve siz birçok şeyi kaçırmış olursunuz.”

“Bu dil denen et parçasından hikmet nehri ırmak gibi akmakta… Kulak denen deliklerden akıp, meyvesi akıl ve anlayış olan can bağına kadar gitmekte. Canlar bağının ana yolu da o anlayışın yolu. Alemin bağları, bostanları onun fer’inden ibaret. Bu hoşlukların aslı ve kaynağı o. Haydi, hemen ‘O, bahçelerin inişlerinde nehirler akar’ ayetini oku artık.” (Mesnevi, II/2452)

Fakat Mesnevi okuyanların bir kısmı da vardır ki, okurlar ama birşey anlamazlar. Neden anlamazlar? Çünkü kitab sahibini tanımamaktadırlar. Tanımadıkları için de Mesnevi’yi sanki bir masal kitabıymış gibi okurlar. Aynı şekilde Kur’an-ı Kerim de birçok kimse tarafından masal gibi, bir kuru bilgi gibi okunmaktadır. Neden? Çünkü Peygamber Efendimizle duygusal bir bağ kurmuyorlar. Eğer O’nunla aşk ile muhabbete girilmiş olsaydı, o zaman Kur’an, o kişilerin dilinde bambaşka bir hale bürünürdü.

“Ateşin varlığını sözle bildin, bu varlığa sözle yakîn hâsıl ettinse pişmeyi iste, sözde kalma. Yanmadıkça o bilgi, Aynel Yakîn değildir. Bu yakîn’i istiyorsan ateşe dal. Kulak, hakikate nüfuz ederse göz kesilir. Yoksa söz kulakta kalır, gönüle tesir etmez.” (Mesnevi, II/860)

Aşk ehli birini çok sevdi mi, sevgilisinin o yüce sözlerini sayısız manalara yönlendirir. Ama sevgisi, aşkı yoksa ve Peygamberimizi bir elçi olarak görürse, o takdirde yapılan tefsirler kuru bir mana taşırlar ve okuyan kimselere de pek bir fayda sağlamaz.

“Bir bülbül buradan uçup gitti, dönüp yine geri geldi. Bu manaları anlamak için doğanlaştı. Bu doğanın konağı, padişahın kolu olsun; bu kapı, halka ebediyen açık kalsın. Bu kapının afeti, heva ve şehvettir. Yoksa burada daima şerbetler içilir durur. Bu ağzı kapa da o âlemi gör. O aleme gözbağı, boğaz ve ağızdır.” (Mesnevi, II/8)

Bakın Hazreti Mevlana şöyle bir hikaye anlatır: “Aşığın biri, bir gün sevgilisiyle buluşuyor ve onun için o güne kadar ne hizmetler yapmış ise hepsini birbir anlatmaya koyuluyor. Hatta onun için namusundan da olduğunu söylüyor. Sevgilisi de sessizce dinliyor ve aşığı sözünü bitirince ona dönüp: “Eğer söyliyeceklerin bittiyse şimdi ben de sana şunu söylemek istiyorum: Evet, benim için bunların hepsini yaptın, ama tek bir şey yapmadın…” Aşığı soruyor: “Nedir o yapmadığım?” Sevgilisi ona şu cevabı veriyor: “Benim için ölmedin! Bana karşı hala tam bir teslimiyetin yok ki, böyle konuşuyorsun.”

Bu yol, yani insanlık yolu, çok ince bir yoldur. Şimdi sorduğunuz sorudaki, Hazreti Mevlana’nın, “Beni öldüren bende dirildi…” diye buyurmuş olduğu sözüne gelelim: En başta nefsimiz bizim en büyük düşmanımızdır. Evet, düşmanımızdır ama, eğer biz ona uymazsak, o bize uymak zorunda kalır ve en sonunda tamamen güzel bir hale gelerek dirilişe ulaşır.

“Ölümünden uzun bir ömür isteyip dur! Nefsinin ‘Bu kötü’ dediğine kulak asma. Çünkü onun işi hep zıddınadır. Onun dediğinin zıddını yap. Alemde Peygamberlerin de vasiyetleri böyledir. Sonun da az pişman olasın diye yapacağın işlerde müşaverede bulunmak vaciptir.” (Mesnevi, II/2265)

00

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.