Cenab-ı Mevlana, ilk onsekiz beyitinin başında diyor ki: “Dinle ney’den!” Şimdi Mevlana neden ben’den veya bir başkasından dinle demiyor da ney’den dinle diyor?
Misal olarak, eğer bir neyzen mana eriyse, Hakk’a aşıksa ve tasavvufta yol almış ise, onun ney üflemesi bizleri bizden alır götürür. Çünkü ney nefidir, hayat vericidir. Ney, Hazreti Ali’nin sırlarının sesidir.
“Biz ney gibiyiz, bizdeki nağme senden. Biz dağ gibiyiz, bizdeki seda senden. Ey huyları güzel! Ey bizim canımıza can olan! Biz kim oluyoruz ki seninle ortada olalım, görünelim! Biz yokuz. Varlıklarımız, fâni sûretle gösteren Vücud-u Mutlak olan sensin.” (Mesnevi, I/599)
Cenab-ı Mevlana’nın neyzeni Hamza Dede, Hakk’a yürüdüğünde Mevlana o sırada bir toplulukta muhabbetteydi. Ona Hamza Dede’nin Hakk’a yürüdüğü haberi gelince Mevlana hemen ayağa fırladı, “Hayır, o ölemez” diye nara attı, “O benden destur almadan bir yere gitmez…” diye seslendi. Koşarak gasilhaneye geldi, mermerin üzerinde yatmakta olan Hamza Dede’ye bir nazar ettikten sonra şu sözleri dile getirdi: “Ya Hamza, benden bir destur almadan yola koyuldun gittin, şimdi yattığın yerden bir kalk da son defa bize bir ney üfle!” Mevlana bunu der demez oradakilerin şaşkın bakışları arasında Hamza Dede yerinden kalktı, eline ney’ini aldı ve semahaneye geldiler. Evet bunları akıllar almaz. Hazreti İsa’nın nefesi ölüleri diriltir ama Mevlana’nın nefesi bin tane ölüyü diriltir. Semahaneye geldikten sonra Hamza Dede ney üflemeye başladı, Mevlana belki yedi sekiz saat sema etti ve sonsuz güzellikte beyitler dile getirdi. Bir zaman sonra Mevlana semayı bitirdi, Hamza Dede, Mevlana’dan destur istedi, onun elini öptü ve teslim olup Hakk’a yola koyuldu gitti. Cenab-ı Mevlana, onun ney’ini de onunla birlikte kabrine koydurmuştur. Çünkü her dudak o ney’e nefes veremez. Onlara katiyyen ölüm yoktur, onlar her an hay’dırlar.
“Ben, ben değilim. Ben, canımdan öldüm, varlığımı terk ettim. Allah ile diriyim. İnsanlık duygularımı değiştirdiğim için Allah bana duyuş, anlayış, görüş oldu. Çünkü ben, ben değilim. Bu nefes ondandır. Bu sözün karşısında söz söyleyen, inkârda bulunan kâfirdir.” (Mesnevi, I/3124)
Şimdi bakın yine bir dost Hakk’a yürüdüğünde Mevlana da onun cenazesinde bulunmuştu. Demişlerdi ki: “Ya Mevlana, bu cenazeyi toprağa tabutla mı yoksa tabutsuz mu verelim?” İşte koca Mevlana onlara dönüp, “Aramızda Hafız Kemal var, o hatiptir, müderristir. Bize o bir fetva versin” diye buyurdu. Cemaat, Hafız Kemal’e gidip, Mevlana’nın kendisinden bir fetva vermesini istediğini ilettiler. Bunun üzerine Hafız Kemal onlara şu fetvayı verdi: “Efendiler, cenazeyi tabutla toprağa verirsek, evlat ellerine teslim etmiş oluruz; ama kefenle toprağa verirsek, ana kucağına bırakmış oluruz.” Bu fetva Mevlana’nın çok hoşuna gitti ve Hafız’a dönerek şöyle seslendi: “Kur’an’da yazılı olmayan doğru ve güzel bir söz dile getirdin, işte sana bir hilafet veriyorum.” Yani hitab edilen şey akıla ve mantığa uygun ise Kur’an’da yazmasa dahi Kur’an’ın dışında değildir ve geçerlidir.
“Usul ilmini bilen üstadın yanında zihni çevik, istidatlı talebe usul okur; Fakîh üstadın yanında da usul okumaz, fıkıh tahsil eder. Nahiv üstadının talebesi nahiv üstadı olur. Hakikat yolunda mahvolan üstadın talebesi ise üstadının sayesinde padişahta mahvolur, yokluğa erişir. Ölüm günü bütün bu bilgiler içinde işe yarayan ve yol azığı olanı da yokluk bilgisidir.” (Mesnevi, I/2830)