MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (207)

Mecaz aşk, ilahi aşka hazırlıktır, deniliyor. Böyle bir aşkı yaşayanlar diyor ki: Aşık olunduğunda, aşık olduğun kişinin bedeni yok olur. Doruk noktada biçim çözülür, şekil kalmaz. Aşk, bir insanı, insanın kendini içten görebildiği gibi görür. O zaman, beden, şekil, biçim kaybolur. Bir mürşid böyle bir aşkın içine girmiş ve “Bedenim nerede, bedenim nereye gitti?” diye ağlamaya başlamış. Müridlerini çağırmış ve onlara, “Gidin ve benim bedenimin nerede olduğunu bulun, ben bedenimi kaybettim” demiş. Böyle birisi için, o bir beden olarak yaşar fakat artık o bir beden değildir, deniliyor. Bu konuda siz ne dersiniz Hasan Dede?

Burada söylenmiş olan bu sözler, tamamen aşkta yokolmuş, bedenine ait ezelden her ne istek varmış ise hiçbiri kalmamış ve görünen bedeninde maşuk zuhura gelmiş olan bir kişiyi anlatıyor. Bu kişi kendine baktığında bedenini göremiyor, çünkü görünen maşuk olmuş.

“Bil ki bu ten, elbiseye benzer. Yürü, bu elbiseyi giyeni ara, elbiseye sürünüp durma. Ruha, Allah’ı tevhid etmek hoş gelir. Görünmeyen bir başka el, ayak var. Sen, bedensiz bir bedene sahipsin, gayri canının cisminden çıkacağından korkma.” (Mesnevi, III/1610)

Mecaz aşka gelince; eğer mecaz aşk olmazsa mana aşkına yol bulunmaz. Mecaz aşk köprüdür. Mevlevilikte şöyle bir tabir vardır: Bir kişi mürid olmak için gediğinde, mürşid ona, daha önce hiç aşık olup olmadığını sorar. Eğer aşık olmamışsa onu geri çevirir ve “Git bir şeyi sev de bana öyle gel” der. Çünkü hiç aşka düşmemiş birine ne kadar sevgiden, aşktan söz etmeye kalksan hiçbir şey alamaz, öğrenemez. Mecaz aşk geçicidir. Kainat her gün kendisini yeniler durur. İnsanın da bir yaştan sonra üzerindeki gençlik gider, güzelliği solmaya başlar. Bu yüzden manevi aşka döner. Manevi aşk ise geçici değildir, ondaki güzellik daimidir. Onda hiç eksilme yoktur hatta artış vardır.

“Ten gözü seni görebilir mi; senin gamlanman, neşelenip gülmen hayale gelir mi? Gama, neşeye merbut olan gönüle, onu görmeye layıktır, deme!
Keder ve neşeye bağlanmış olan; bu iki ariyet vasıfla yaşar. Halbuki yemyeşil aşk bağının sonu, ucu, bucağı yoktur. Orada gamdan ve neşeden başka ne meyveler var! Aşıklık bu iki halden daha yüksektir; baharsız, hazansız terütazedir.” (Mesnevi, I/1790)

Peygamber Efendimiz, günde sayısız sefer kendi iç alemindeki Rabbinin sonsuz güzellikteki sayısız cemalini seyrederdi. Yani demek istiyorum ki, manevi aşk ne beden bırakır, ne akıl bırakır. Aşık olan kişide tamamen kendi varlığını gösterir. Bu kişinin nazarında dünya bir rüya alemidir, hiçbir bekası yoktur. Onun beka alemi ancak sevgilisinin yanıdır, diğer taraflar hep boştur.

“Ümmetler içinde gizli olan aşk ümmeti, çevresini kınamalar kaplamış cömertliğe benzer. Ruhların aşağılanması, bedenler yüzündendir. Bedenlerin yüceliği, ruhlardandır! Ey aşıklar! Arı-duru şarap sizindir, size sunulur. Baki olan sizsiniz, beka sizindir!” (Mesnevi, IV/847)

Fakir, şöyle bir şiir yazmışım: Az yaşa çok yaşa, akibet bir gün gelecek başa. Bu dünya bir değirmen taşıdır, daim döner. İnsanoğlu bir fenerdir, bir gün gelir söner. Ehl-i iman sahibi, iman ettiği yer ile dünya durdukça yaşam sürer.

“Erler, bu alemden göçmeye neşelenirler, şu çocuklarsa alemde kalmalarına seviniyorlar! İyi suyun tadını tatmayan kör kuşa, acı su, kevser görünür.” (Mesnevi, IV/2593)

00

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.