Bir mürşid demiş ki: “Aşka girdiğin zaman, aşk derinden işlerse, düşüncelerini kaybedersen, hemen bana gel. Başını kaybettiğin zaman hemen bana gel. Hiç başın olmadığını hissetmeye başladığın zaman, korkma, hemen bana gel. Doğru an budur, işte o zaman sana bir şey öğretebilirim. Başın varken öğreti imkansızdır, baş hep araya girer.” Ne dersiniz Dede?
Cenab-ı Mevlana der ki: “Benim gördüklerimi, eğer benden önceki Veliler görmüş olsalardı, dağlarda meczub halde gezerlerdi.” Çünkü akıl da kalmaz, baş da kalmaz. Eğer sen böyle bir hale düşersen, medeti yine sevgilinden bulursun. Böyle bir anda hemen ona dön ve onu kendine baş et ki, başsız ve vücutsuz kalmayasın.
“Kadir oldukça ayrılığıa ayak basma. Allah katında en hoşlanılmayan şey ayrılıktır. O, herkese bir huy, herkese bir çeşit ıstılah vermiştir. Birisine metin olan söz, diğerine zemdir; ona göre baldır, sana göre zehir! Bizse temizden de münezzehiz, pisten de. Ağırlıktan da arıyız, çeviklik ve titizlikten de! Allah, kullarına ibadet edin diye emrettiyse bir kar, bir fayda elde etsin diye değil, kullarına ihsanlarda bulunsun diyedir.” (Mesnevi, II/1752)
Bugün, Hazreti Mevlana kadar aşkı yaşayan biri daha çıkmamıştır. Onun kadar aşktan dil döken biri de çıkmamıştır. Öyle ki, bir gün evine giderken bir ayakkabısı ayağından çıkıyor yolda kalıyor ama O farkında bile olmuyor. Çünkü o anda dalmış, mecnun haline dönmüş, hem yolda yürüyor hem aynı zamanda Şems’le rabıta kurmuş O’nunla konuşuyor. O anda Şems’in güzelliklerini seyrediyor, doğal olarak ne ayakkabısı geliyor aklına ne cübbesi… Bu halleri yaşamıştır Mevlana ve yaşamış olduğu için de bizlere, eğer O’nun gibi bu hallere düşecek olursak O’na yönelmemizi söyler. Çünkü böyle bir durumda ancak O bizleri tekrar eski halimize çevirebilir. Yoksa bir meczub olur ve başımızı da, aklımızı da kaybeder gideriz.
“Çalış da o duyduğun şeyi gör. Batıl olan hak olsun. Ondan sonra kulağın, göz tabiatını kazanır. Bir yün yumağı gibi olan kulakların, göz kesilir. Hatta bütün bedenin aynaya döner. Her tarafın göz ve gönül haline gelir. Kulak, bir hayal meydana getirir, o hayal de o güzelliğin vuslatına miyancıdır. Çalış, bu hayal çoğalsın da miyancı olan bu hayal, Mecnun’a kılavuzluk etsin.” (Mesnevi, V/3920)
Aşk, akıllıyı deli eder; deliyi de akıllı eder. Mademki kainatın en akıllısı Hazreti Muhammed, o zaman mürşid vasıtasıyla O’na vardığın zaman, hem O’nun güzelliklerine gark olup gidersin, hem de O’nun o güzel aklını kendine baş edersin. Böyle olduğu takdirde, işte o zaman senden daha akıllı, daha güzel yoktur bu alemde.
“Ey bizi kınayan, bu macerayı ne vakte dek dinleyip duracağız? Bundan böyle artık deliye az öğüt ver. Ben artık ayrılık işvesine ait sözleri duymak istemem. Bunu sınadım, ne vakte dek sınamaya devam edeceğim. Bu yolda coşup köpürmekten, deli divane olmaktan başka ne varsa uzaklıktır, yabancılıktır.” (Mesnevi, VI/607)
Hazreti Şems, Mevlana ile buluştuklarında katırının dizginlerinden tutuyor, gözlerini de Mevlana’nın gözlerine dikiyor ve “Ya Mevlana!” diyor, “Sana bir sorum var.” Mevlana, “Buyrun sorun” deyince Şems, O’na şu soruyu soruyor: “Hazreti Muhammed mi büyüktür bu alemde, yoksa Bayezid-i Bestami Veli mi?” Cenab-ı Mevlana, bu soruyu işitince hayretler içine düşüyor ama böyle bir soruyu Şems’den başkasının da soramayacağını bildiğinden hemen O’nu keşfediyor ve şu cevabı veriyor: “Ya Şems! Bu ne biçim bir sorudur? Tabii ki Hazreti Muhammed daha büyüktür.” Yine Şems soruyor: “Güzel cevap verdin, fakat Bayezid-i Bestami Veli’ye sordular: Allah’a karşı ibadetini yaptın mı? Bayezid dedi ki: Yaptım. Pekala, Hazreti Muhammed’e de aynı soruyu sordular; O ne buyurdu: Yapamadım. Biri dedi, yaptım; biri dedi, yapamadım. Buna nasıl cevap vereceksin ya Mevlana?” İşte Mevlana Şems’e şu cevabı verdi: “Bayezid-i Bestami Veli bir havuzdu, o havuza gölün suyu döküldü, havuz taştı ve şöyle seslendi: İz cübbeti minallah – Cübbem dünyaya aittir, onun dışında ne varsa Allah’tır. Hazreti Muhammed ise bir okyanustu, bütün denizler ona aksa, onda bir taşma olmaz.”
“İnsandan da dedikodudan da geç de Cebrail’in ruhunun dayanıp kaldığı deniz kıyısına var! Ondan sonra Ahmed’in canı sana karşı dudağını ısırsın… Cebrail, senden korksun, geride kalsın! Bir yay kadar ileri varır, sana doğru gelirsem derhal yanarım desin!” (Mesnevi, IV/1888)
Bir insan, büyük bir yere yönelirse, orda onun aklı da büyür, güzelliği de çoğalır. Ama küçük yerlere yönelirse, o zaman var olan küçük aklını da kaybedebilir.
“Peygamber, ‘Kim ahmaksa düşmanımızdır, yol kesen gulyabanidir. Akıllıysa canımızdır, ondan gelen esinti ondan gelen rüzgar bize fesleğendir. Akıl, bana sövse razıyım, çünkü benim feyiz vericiliğimden bir feyze sahiptir’.” (Mesnevi, IV/1947)