MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (238)

Bir zat diyor ki: “Zamanı gelince herkes kendi hedefini tutturacaktır. Sonunda böylece herkes kazanacaktır ve herkes sonunda inandığı şeye dönüşecektir. Herkes neyi bozmadan koruduysa, onu elde edecektir. Kimi sefilliğini, hatalarını ve ölümü; kimi ise mükemmelliği, sonsuzluğu ve ölümsüzlüğü bulacaktır.” Siz bu konuda ne buyurursunuz Hasan Dede?

Kişi en çok neyi severse, onun Allah’ı odur. Kişi eğer nefsinden arınanamamışsa, kopamamışsa, nefsani isteklerine kavuşacaktır. Ama bazıları da var ki, onlar namütenahi güzelliklere ulaşacaklardır. Kimlerdir bu kişiler? Kulağını güzel sözlere kapamayanlar, hatta güzel sözleri işitirken daha fazla kulak verenler, o güzel sözlerin yansıdığı kişilerdir, iç alemini o güzel sözlerle nurlandıran ve bu güzelliklerle ömrünün sonuna kadar yaşamını sürdüren kişilerdir. Bu kişilerin suretlerine örnek, Hazreti Muhammed, Hazreti Mevlana ve diğer Piran Efendilerimizdir. Onlar güzellikler kaynağıdırlar. Bir gün Hazreti Mevlana’ya şöyle bir soru soruyorlar; “Ya Mevlana! Senin sohbetinde bulunuyorum ve doyamıyorum. Senin sohbetinden ayrıldıktan sonra başka bir yerlerde de Hakk muhabbeti dinliyorum, ama hiçbiri senin muhabbetin gibi zengin değil, fakat cemaatleri çok, merak ediyorum, acaba bunun nedeni nedir?” Koca Mevlana cevap veriyor: “Oralarda kalabalığı görüyorsun, ama benim gönderdiğimi görmüyorsun.

Burası bir sarraf dükkanıdır, biz burada gelenlere ayar veririz. Ayar altına verilir, gümüşe, pırlantaya, zümrüte, yakuta verilir. Değeri olmayan birşeye ayar verilmez.” Bunun üzerine Hazreti Mevlana’ya, “Sen kimsin?” diye soruyorlar.

İşte Hazreti Mevlana şu cevabı veriyor: “Ben, dünyamızda ne kadar güzellik varsa, bütün o güzelliklerin kaynağıyım ve de doğasıyım.”

İşte bizler böyle bir yerdeyiz, burada zerre kadar karamsarlığa yer yoktur. Ya gönlünü Hazreti Muhammed Efendimizin, Hazreti Mevlana’mızın, Piran Efendilerimizin hakikat sohbetleriyle dolduracaksın ve güzel bir insan olacaksın, yahut da nefsinin esiri olup gideceksin.

Yine Hazreti Mevlana’mızın bir kasidesine kulak verelim…

“Senden vazgeçmiş değilim, daima seninle meşgulüm. Her an seni biraz daha yüceltmedeyim. Biraz daha fazla aziz etmedeyim.

Tertemiz zatıma, padişahlık güneşim üzerine yemin ederim ki, ben, seni sana bırakmam. Seni lütuflarla, keremlerle yüceltir dururum.

Senin yüzüne, kendi ışıklarımdan, kendi nurlarımdan nurlar saçarım. Senin başını, on tane mağfiret, yarlıgama parmağı ile kaşırım.

Rıza göğünde binlerce inayet bulutu var. 0 bulutlardan yağarsam; ancak senin başına yağarım. Başkasının başına yağmam.

Lütfum, sana hizmet etmek için hazırlanmıştır. Zaten ben iyiliklerle kaynağıyım.

Bana; ‘Hastayım’ dediğin geceden beri, binlerce şifa şerbeti, sevgiyle, şefkatle kaynayıp duruyor.

Yanıma gel de, gözlerine yeni bir sürme çekeyim. Çekeyim de, sırlarımı görüp anlamak için gözlerin nurlansın, aydınlansın.

Lütfum öyle çok, keremim öyle bol ki, beni inkar eden yabancıların bile ellerinden tutmadayım. En kötü insanları bile nimetlerimle beslemekteyim. Durum böyleyken, beni sevenlerden, bana yakın olanlardan nasıl olur da lütfumu esirgerim?”

00

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.