
Bazen en güçlü engeli yakınlarımızdan görebiliyoruz. Anne baba neden çocuğunun fazla yol almasından korkar?
Kendini bilen insan çocuğunu kendinden üstün görmek ister. Kendinden üstün görürse onunla iftihar eder, onunla neşe bulur, gurur duyar ama kendinden aşağı görürse hüzünlenir.
Hazreti Mevlana’ya sormuşlar: “Üçyüz sene sonra tekrar bu aleme gelirsen, senin makamın ne olur?” Şu cevabı vermiş: “Beni bu alemde kim temsil ediyorsa, onun talebesi olurum.”
Talebesi oluyor. Neden? Çünkü aradan üçyüz sene zaman geçmiş. O devreyi tahsil etmek lazım. Ben de öğrenip, devreye gireyim derse vakit geçer. Onun için biri benden konuşuyorsa onu dinlerim, diyor.
Hazreti Mevlana’ya ondokuz-yirmi yaşlarında bir delikanlı, büyük hayranlık duyar, geceleri onunla manada görüşür. Hazreti Mevlana’ya o kadar bürünür ki etrafına topladığı arkadaşları ile hep güzel sohbetler yapar. Konya’da bu duyulur. Bu delikanlı kimden nasip aldı, nereden bu güzelliklere kavuştu? diye merak ederler. Hazreti Mevlana da, Sultan Veled’e, “Bir öğren, bu delikanlının evi hangi semttedir, gideceğim” der.
Hazreti Mevlana delikanlının evini öğrendikten sonra, onun kapısını çalar. Çocuk o kadar Hazreti Mevlana’nın haline bürünmüş, o kadar mütevazı ki yanındakilerine, “Ben kapıyı açarım, siz oturun” diyerek kapıyı açar. Karşısında Hazreti Mevlana’yı görünce çok şaşırır. Hazreti Mevlana’ya sarılır, kucaklar, kendi yerine oturtur.
Hazreti Mevlana, “Sohbetiniz neredeyse devam edin, ben sizi dinlemeye geldim” der.
Rivayete göre, çocuk beş dakika tefekkür ettikten sonra konuşmaya başlar. O konuşurken Hazreti Mevlana tefekkür edip dinler. Bir vakitten sonra çocuk sorar.
“Efendi Hazretleri nasıl buldun sohbetimizi?”
“Allah’a cevabım yok!”
Bakmış ki sohbet yerli yerinde, aydın doğru sözler, bu sözü söylemiş ve oradan ayrılmış.
Yani bizler evlatlarımızı iyi bir kariyere gelsin, onlarla iftihar edelim isteriz. Bir evlat çalışır, kazanırsa baş üstünde tutulur, hiç çalışmaz hep isterse ana baba üzülür. Evlatlarımızı madden, manen her şeyin üstünde görmek isteriz.