DOĞRU YUNUS’UM DOĞRU…
Yunus Emre, Taptuk Emre’nin dergahında otuz sene kadar hizmet ediyor. Bir şeyler görmeyi bekliyor, ama göremeyince, “Dervişler dergahından uzaklaşayım, biraz iş yapmaya çalışayım” diye düşünerek dergahtan uzaklaşıyor. Dağa çıkıyor, şehire inip satmak için odun toplamaya başlıyor.
Bir gün tekkenin kapısının önünden geçerken içi rahat etmiyor, duvardan tekkenin bahçesine bir iki odun atmak istiyor.
Bahçeye atmaya kalktığı odunların arasında eğriler de varmış. İçerden Taptuk Emre sesleniyor, “Doğru Yunus’um doğru, buraya odunun eğrisi dahi girmez.”
Neyse, odunculuğu bırakıyor, başka bir iş bulmaya giderken, yolda iki zatla karşılaşıyor. Hal, hatır soruşuyorlar, arkadaş olup yola koyuluyorlar.
Yolda karınları acıkıyor. İçlerinden birinin erzağı varmış, “Oturup lokma edelim” diyorlar. Erzağı açıyorlar, beraber yiyorlar. Erzağını paylaşan zat şükür için duada bulunuyor.
İkindi vakti de diğer arkadaşın erzağını bölüşüyorlar. O da şükür duasında bulunuyor.
Akşam olunca sıra Yunus Emre’ye geliyor, soruyorlar Yunus’a, “Kardeş sende bize ikram edecek bir şey yok mu?”
Yunus’da hiç erzak yok. Dua da bilmiyor. Zora düşüyor Yunus, bir kenara çekiliyor. Kaldırıyor ellerini, “Ya Rabb” diyor, “bu zatlar kimin yüzü suyu hürmetine duada bulunuyorlarsa, ben de o zatın yüzü suyu hürmetine münacatta bulunuyorum. Allah’ım beni utandırma, bir yerden rızık ihsan et.”
O sırada bir atlı geçiyor. Yunus’un arkadaşlarını görüp duruyor, selam veriyor, “Rızkınız var mı?” diye soruyor.
“Yok.”
“Kaç kişisiniz?”
“Üç.”
Atlı, üç kişilik rızık bırakıp gidiyor.
Yunus, münacattan geliyor, bakıyor ki arkadaşları sofra açmışlar, “Nereden geldi bu rızık?” diye soruyor.
“Bir atlı geldi, bunları bırakıp gitti. Yahu sen nasıl bir duada bulundun, kimin yüzü suyu hürmetine dua ettin?”
“Ben dua bilmem” diyor Yunus, “kardeşlerim kimin yüzü suyu hürmetine dua yapıyorlarsa, o zatın yüzü suyu hürmetine beni utandırma, dedim.”
“Sen biliyor musun, biz kimin yüzü suyu hürmetine dua yapıyoruz?”
“Yok.”
“Bir Yunus vardı. Biz onu görmedik ama çok duyduk. Taptuk Emre’nin otuz sene hizmetinde bulunmuş, sonra oradan uzaklaşmış. Nerelere gitti bilmiyoruz. O, Allah’ın sevgili bir kulu idi. Biz duayı onun yüzü suyu hürmetine yapıyoruz.”
Bakın halk Yunus’u bilmiş, Yunus’un hiçbir şeyden haberi yok.
Bunu duyar duymaz izin istiyor, kimliğini de ortaya çıkarmıyor, hemen oradan ayrılıp, şeyhinin bulunduğu yere dönüyor.
Yunus dergaha geldiğinde, şeyhanne iki bakraç su almış bahçeden, eve girecek. Yunus hemen koşuyor şeyhannenin elinden bakraçları alıyor.
Şeyhanne, Yunus’u görünce şaşırıyor, “Aa! Yunus hayrola?”
“Düşündüm, taşındım buradan başka bir yer bana haram, geri döndüm. Efendi Hazretleri nasıl?”
“Sen buradan ayrıldıktan sonra, senin hasretinden gözleri görmez oldu.”
“Görüşebilir miyim?”
“Sen halvet odasının eşiğinde yat. O birazdan abdest almaya kalkar, gözleri görmediği için, senin sırtına basar. O zaman ‘Bu kimdir?’ diye sorar. Ben, ‘Yunus’tur’ dediğimde, eğer ‘Bizim Yunus mu?’ diye sorarsa, demek ki seni gönlünden çıkarmamış, hemen kalk sarıl, elini öp. Ama eğer derse ki, ‘Hangi Yunus?’ demek ki gönlünden düşmüşsün, yapacak bir şey yok…”
Yunus, eğiyor başını, “Eyvallah” diyor, yatıyor şeyhinin kapısının eşiğine.
Bir vakitten sonra Taptuk Emre dışarı çıkıyor, Yunus’un sırtına basıyor, hanımına sesleniyor, “Hanım, kimdir bu?”
“Yunus.”
“Bizim Yunus mu?”
“Evet.”
Yunus hemen kalkıyor, şeyhinin eline sarılıyor, öpüyor.
İşte Yunus Emre, asıl kimliğine vakıf olduktan sonra, perdeler kalkıyor, gönlünden o güzel seslenişler dile geliyor…
Beyit:
“Eğri ağaç doğrulur, Tanrı’yı gösterir…
‘Kökü yerdedir dalları budakları gökte!’..”