FÎHİ MÂ-FÎH’DEN SOHBETLER – 23

Kur’ân’ın Kıskançlığı…

Şaşarım şu hâfızlara; nasıl da âriflerden bir koku bile almazlar. Tanrı anlatır da “Uyma çok and içenlerin hiçbirine” der ya; bunu okur; fakat kovucunun da ta kendisidir o. Filânın sözüne kulak asma, o ne derse desin, sana karşı öyledir diye kovuculuk eder. “Ayıp arayan, kovucu, söz getirip götürücüye; hayrı tümden men’edene” diye de yine okur.

Kur’ân, şaşılacak kıskanç bir büyücüdür. Öylesine bir göz bağlar, kulak tıkar ki. Açıkça düşmanın kulağına okur; o da sözüm ona, anlar, fakat hiç haberi olmaz. Yâhut da verir, gerisin geriye alıverir. “Tanrı mühürlemiştir, kapamıştır.” Mühürleyişi, kapayışı, ne de hoş; duyuyor da anlamıyor; okuyor, söylüyor da gene anlamıyor. Tanrı lâtiftir, kahrı da lâtîf, kilitleyişi de lâtîf. Amma kilitleyişi açışı gibi değil; açışının güzelliği tarifsiz, övülmeye bile sığmaz. Bütün organlarımı döküp saçarsam bu, onun sonsuz güzelliğindendir; kilitler açıcılığındaki tattandır; onun neliksiz niteliksiz açıcılığındandır. Sakının, benim için hastalığı kınamayın; ölümü yermeyin. Sayrılık, ölüm, gizlemek için bir sebep; asıl beni öldüren, bu güzelliktir, bu eşsizlik. Ortaya gelen o bıçak, o kılıç, yabancının kem gözü, bu öldürüş alanına değmesin diye yabancıların gözlerini oradan uzaklaştırmak içindir.

Şekilsiz Aşk…

Şekil, aşkın parça buçuğudur; aşksız o şeklin değeri yoktur. Parça buçuk, tümsüz temelsiz olamaz. Tanrı’ya şekil diyemezler; çünkü şekil, parça buçuktur; ona parça buçuk denemez ki. 

Birisi, aşk da şekilsiz düşünülemez, şekilsiz meydana gelemez; şu hâlde şeklin parça buçuğu olmuyor mu? dedi. 

Mevlâna dedi ki: Neden şekilsiz düşünülemesin aşk? Oysa ki şekilleri meydana getiren odur. Yüz binlerce şekil, aşktan kopar; bu şekiller, hem göze görünürler, hem gerçekleşmişlerdir. Şekil, resim, şekli yapandan, ressamdan ayrı değildir; ressam da resimsiz ressam olamaz amma resim, parça buçuktur, ressamsa tümdür, temeldir. 

Hani parmağın, yüzükle oynayışı gibi…Ev sevgisi olmadan mühendis, evin şeklini, evi düşünür mü hiç? Hani buğday bir yıl altın pahasınadır, bir yıl toprak pahasına; şekliyse neyse odur yine. Demek ki buğdayın şeklindeki değer, aşka göre meydana geliyor. Böylece dilediğin, sevdiğin hünerde ne kadar istekliysen sence o kadar değerlidir; ne kadar seviyorsan o kadar yücedir sence. Bir zaman bir hünerin, bir sanâtın dileklisi olmasa o hüneri, o sanâtı hiç öğrenmezler; onun üstüne hiç mi hiç düşmezler. 

Aşk yoksulluktur, bir şeye muhtaç oluştur; demek ki muhtaç oluş, temeldir, kendisine muhtaç olunan şeyse parça buçuktur derler ya; biz, şu sözü söylüyorsun ya deriz, muhtaç olduğundan söylüyorsun; demek bu söz, senin ihtiyacından meydana geldi. Çünkü bu sözü söylemek istedin, o yüzden doğdu bu söz. Şu hâlde muhtaç olmak daha önce geliyor; bu söz de ondan doğuyor; söz yokken de muhtaç oluş var demek; böyle olunca da aşk ve muhtaç oluş, parça buçuk olmaz. 

Birisi, peki, dedi; o muhtaç oluştan maksat, bu sözün söylenişiydi; maksat, nasıl olur da parça buçuk olur? 

Dedi ki: Maksat daima parça buçuktur; ağacın kökünden maksat, ağacın parça buçuğudur, dalıdır, meyvesidir.

Rubaî:

“Ağaçların dalları, yaprakları titrer dururlar ama, gövdeleri ve kökleri titreme korkusundan kurtulmuşlardır! 

Aşk bahçıvanları, kendi gönüllerinden meyveler devşirirler! 

Ey âşığın canı! Zahmetlere katlandığın, gamlar ve kederler içinde çırpındığın için, mânevî zevkler, nevâleler devşir! 

Ey hoca! Sen, zâhid olmaya, bu hususta bilgi edinmeye uğraş! Çünkü sen, aşkı, çalışıp çabalamayla elde edemezsin!

Bundan önce, Tebrizli Şems, bunları söylemişti; ama işitecek kulak nerede?..”

00

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.