FÎHİ MÂ-FÎH’DEN SOHBETLER – 29

Tanrı’nın Dileği…

Bir yere gitmeyi kuran, bir yolculuğa çıkmaya niyetlenen herkes, oraya varırsam işler başarırım; birçok işlerim kolaylaşır, hâlim düzene girer, dostlar sevinirler, düşmanları yenerim diye akıllıca düşüncelere dalar; gönlüne gelenler bunlardır; Tanrı’nın dileğiyse büsbütün başka bir şeydir. İnsan bunca tedbirlerde bulunur, bunca kuruntular kurar, düşüncelere dalar; bir tanesi olsun, kendi dileğince olmaz; bununla beraber yine de kendi tedbirine dayanır, dilediğini başaracağını sanır. 

“Kul tedbirde bulunur; takdîri bilmez; 

Tanrı takdîri gelip çattı mı, tedbir yok olur gider.” 

Bu, şuna benzer: Birisi rüyâda bir şehirde garip kaldığını, orda bir tek bildiği olmadığını, başıboş dolaşıp durduğunu görür. Ne kimse onu tanır, ne o kimseyi. Pişman olur adam; tasalara dalar, hasretlere düşer de ne diye bu şehre geldim, bir tek dostum yok demeye, elini eline vurmaya, dudağını ısırmaya koyulur. Derken uyanır; bir de bakar ki ne şehir var, ne halk. Anlar bilir ki o tasalanma, o eseflenme, o hasret, faydasızmış; o hâle pişman olur, yiten zamana acır. Fakat bir kere daha uykuya dalınca rasgele kendini yine öyle bir şehirde görür, yine gamlanmaya, hasret çekmeye koyulur, pişman olur o şehre geldiğine; hiç düşünmez, hiç aklına gelmez de demez ki ben uyanıkken gam yediğime pişman olmuştum, bu bir rüyâydı, faydası bile yoktu; şimdi de öyle işte. Tıpkı bunun gibi halk da kuruntusunun, tedbirinin asılsız olduğunu, boşa çıktığını, hiçbir işi dileğince yürümediğini yüzbinlerce kez görmüştür. Fakat Ulu Tanrı, onlara bir unutmadır verir; hepsini unuturlar da kendi dileklerine uyarlar. 

“Gerçekten de Allah, insanla insanın gönlü arasında bir engel olur.”

İbrâhim Edhem, padişahlığı zamanında ava gitmişti; bir ceylânın ardına düşmüş, at sürüyordu. Süre süre ordudan iyice ayrıldı, uzak düştü. Atı da yorgunluktan terlere battı, su içinde kaldı. Yine de çölde at koşturmadaydı. İş, sınırı aşınca ceylân dile geldi; yüzünü geri çevirdi de bunun için yaratılmadın sen, seni bunun için yaratmadılar; yokluktan, beni avlanman için var etmediler seni; tut ki avlandın beni, ne olur bundan dedi. İbrâhim bu sözleri duyunca bir nâra attı, kendini attan yere fırlattı. O ovada bir çobandan başka kimsecikler yoktu. Ona yalvardı yakardı; mücevherlerle bezenmiş padişahlık elbisesini, silahını, atını ona verdi. Bunları al, kepeneğini bana ver, kimseye de bir şey söyleme, hâlimi kimseye açma, dedi. Kepeneği giydi, yola düştü. 

Şimdi onun maksadına bak ki neydi, bir de Tanrı’nın dileği neymiş, bir seyret. O diledi ki ceylânı avlasın; Ulu Tanrı’ysa bir ceylânla onu avladı. Buna bak da bil ki dünyada onun dileği oluyor; dilek onun malı mülkü, maksat ona uymuş.

Beyit:

“Her gazelin arkasından gönlüm söze, lâfa tövbe ediyor; bir daha böyle sözler söylemeyeceğim diyor amma, Allah’ın dileği gönlümün yolunu kesiyor, gönlün tövbesini bozuyor.”

00

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.