FÎHİ MÂ-FÎH’DEN SOHBETLER – 30

Gönül Kâbe’si…

Zâhir ehli olanlar, evden maksat Kâ’be’dir; kim oraya sığınırsa zararlardan aman bulur; orda avlanmak haramdır; orda hiç kimseyi incitmek câiz değildir; Ulu Tanrı orasını seçmiştir derler. Bu da doğrudur, güzeldir amma bu, Kur’ân’ın zâhiridir. Gerçeklerse derler ki: Ev, insanın gönlüdür. Yâni Tanrım, gönlümü, nefse ait vesveselerden, nefse âit işlerden boşalt; bozuk, asılsız sevdâlardan, düşüncelerden arıt da orda hiçbir korku kalmasın, emînlik yurdu kesilsin; vahyinin yeri olsun; şeytanlar, kuruntular oraya yol bulamasın. Hani Ulu Tanrı, gökyüzüne şihaplar dikmiştir ya; bunlar, taşlanmış şeytanların, meleklerin sırlarını duymamaları, hiçbir kimsenin, onların hâllerini bilip anlamamaları için onları men’etmeye memurdur; böylece de melekler, bütün zararlardan uzak kalırlar. Yâni, Tanrım, sen de lütuf bekçilerini gönlümüze dik de şeytanların kuruntularını, nefis düzenlerini bizden uzaklaştırsınlar. İşte bu, bâtın ehlinin, gerçeklerin sözüdür. Herkes, kendi yerinde oynar, neredeyse oraya göre lâf eder. Kur’ân, iki yüzlü bir ipek kumaştır; kimisi bu yüzünden faydalanır, kimisi o yüzünden. Her ikisi de doğrudur. Çünkü Ulu Tanrı, iki bölüğün de ondan faydalanmasını diler.

“Gönlümün dizginini, senin eline öylesine verdim ki; pişti mi dersen sen, yandı bile derim ben…”

Her ne söylüyorsak hepsi de örnektir, eşit değil. Örnek başkadır, eşit başka. Ulu Tanrı, kendi ışığını, örnek olarak kandile, erenlerin varlıklarını sırçaya benzetti. Bu, örnek için bir benzetiştir. Onun ışığı, bütün varlık ve mekân âlemine sığmazken sırçaya, kandile nerden sığacak? Ulular ulusu Tanrı ışıklarının doğuları, gönüle nerden sığacak? Fakat onu istedin mi, gönülde bulursun; yalnız bu buluş, gönüle girmesi yolu da değildir. O ışık gönülde değildir amma onu, oradan bulursun. Hani kendini aynada görürsün ya, amma senin şeklin, aynanın içinde değildir; öyleyken aynaya bakınca kendini orda görürsün. Akla sığmaz görünen şeyler var ya; onları bir örnekle söylerlerse akla sığmaz, duygularla duyulur, görülür. Hani birisi gözünü yumdu mu, şaşılacak şeyler görür, duygularla duyulan şekiller seyreder; gözünü açtı mı da bunların hiçbirini görmez desen hiç kimsenin aklı almaz bunu; kimse inanmaz bu söze. Fakat bir örnek getirsen anlaşılır. Şuna benzer bu: Birisi rüyada yüz binlerce şey görür ki uyanıkken onların birini bile göremez. Bir mühendis, içinden bir ev kurmayı geçirir, enini boyunu arşınlar, şeklini düşünür. Bu, birisine akla sığmaz görünebilir; fakat evin plânını kâğıda çizerse göze görünür. Demek ki neliği, niteliği aydın bir hâle getirdi mi, akla sığıyor; akla sığdıktan sonra da evi, düşündüğü gibi yaptı mı, duyguyla da anlaşılıyor; gözle de görülüyor. Anlaşıldı ya artık, bütün akla sığmayan şeyler, örnekle akla sığmada, duygularla anlaşılmada.

Rubaî:

“Ey gönlümüzün içinde gizli resimler yapan, bizi çeşitli hayallere düşüren eşsiz ressam! Senin, aydan başka, daha yüzlerce, binlerce resimlerin var! 

Allah’ım! Sen, bir kapıyı kaparsan yüzlerce kapı açarsın; bir gönlü kırarsan, yüzbinlerce can, yüzbinlerce gönül bağışlarsın! 

Ben, deli oldum; ne söylersem, deliliğimden söylüyorum! Elest dostu, elest âlemi mahremi isen, yürü sen; benim akıl almaz delice sözlerime; ‘Evet, evet!’ de!..”

00

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.