İNSAN-I KÂMİL HAZRETİ MEVLÂNA – 5

Hazreti Mevlâna, Mesnevî’de, Hazreti Muhammed ve Hazreti Ali arasındaki bir konuşmayı şöyle anlatır:

“Peygamber, Ali’ye dedi ki: Yâ Ali, Tanrı arslanısın, korkusuzsun, kuvvetlisin, yüreklisin. Fakat arslanlığına dayanma, güvenme. Hiç kimsenin rivâyetlerle, masallarla yoldan ayıramayacağı bir kişinin gölgesine gir. O, ümit ağacı gibidir.

Öyle bir ağacın gölgesine sığın! Bu akıllı kişinin gölgesi yeryüzünde Kafdağı’na benzer. Ruhu ise çok yücelerde uçan Zümrüd ü Ankâ gibidir. Kıyâmete kadar onu övsem, söylesem tükenmez. Bu övüşün sonu gelmez.

Güneş, insan görünümüne bürünerek yüzünü örtmüştür. İnsan kıyafetinde gizlenmiştir; artık sen anlayıver. Doğrusunu Tanrı daha iyi bilir.

Hazreti Mevlâna, kendini bilen, Tanrı’ya ulaşmış bir kişi ile dostluk etmeyi, böyle bir kişiye yakınlaşmayı bir ibâdet sayar. Hattâ bütün ibâdetler içinde en büyük ibâdetin bir mürşid-i kâmile teslim olmak olduğunu söyler.

Hazreti Ali’ye der ki: “Yâ Ali! Sen, Tanrı yolundaki bütün ibâdetler içinde Tanrı’ya ulaşmış kişinin gölgesine ulaşmayı seç. Herkes bir çeşit ibâdete sarılmıştır. Herkes kendisi için bir kurtulma çaresine yapışmıştır. Sen, akıllı bir kişinin gölgesine kaç ki gizli gizli savaşan düşmandan ancak böyle kurtulabilirsin. Bu, senin için bütün ibâdetlerden daha iyidir. Böylece yolda ilerlemiş olanların hepsinin geçer, hepsinden ileri olursun.

Bir Pîr ele geçirdin mi hemen teslim ol; Musa gibi, Hızır’ın hükmüne girip, yürü…”

Kasîde:

“Ey Yusuf, gözleri görmeyen Yakub’a gel. Ey gözlerde gizlenmiş olan İsa, sen de şu gökkubbenin üstünden bir görün… 

Ayrılıktan ötürü gündüz karardı, gece gibi oldu. Gönlüm yay gibi idi, inceldi ok gibi oldu. Dertli Yakub ihtiyarladı, ey genç Yusuf artık gel!

Ey İmran oğlu Musa! Senin Hakk’a yalvarman için, ne Tûr-i Sîna’lar var! İsrailoğulları buzağıya tapıyorlar. Artık Tûr-i Sîna’dan dön!… Bizi kurtarmaya gel! 

Benzim safran gibi sarardı. Boynum büküldü, çene düştü. Beden mezarında sıkıştım kaldım. Ey ruhu darlıktan kurtaran, rahata kavuşturan! Gel, beni benden, beni bedenden kurtar! 

Hazreti Muhammed’i gözleyen gözüm, gamınla sana müştâkım diyor. ‘Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik’ âyetinin sırrı, gel de o dağınık saçlar arasından yüzünü göster!

Sen, öyle büyüksün, öyle büyük bir nur kaynağısın ki, şu güneş senin nuruna karşı sanki akşam kızıllığı, ey bütün dünya padişahlarını geride bırakan azîz varlık, ey Hakk ile gören göz, ey her şeyi bilen gönül! Gel! 

Dünyada mevcut bütün canlar, sana karşı canlıktan çıkıyorlar, beden oluyorlar. Hâlbuki sen, cansın, canlar canısın, cansız beden ne işe yarar? Ben çok eskiden, sana gönül vermiştim. Gel, ey Sevgili gel de şimdi sana canımı da vereyim! 

Ey Sevgili, ilacım de sensin, çarem de sensin. Yüz parça olmuş gönlümün nuru da sensin, çaresiz gönlümde, senden başka ne varsa hepsi yok oldu, beni kimsesiz bırakma! Gel!..”

00

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.