İNSAN-I KÂMİL HAZRETİ MEVLÂNA – 6

Hazreti Mevlâna, mürşid-i kâmile teslim olduktan sonra ondan doğan işlere sabırla bakmamızı ister ve der ki: “Hızır’ın yaptığı işlere sabret ki Hızır ‘Hadi git, ayrılık geldi’ demesin. Gemiyi kırarsa ses çıkarma, çocuğu öldürürse saçını başını yolma. Mademki Hakk, onun eline ‘kendi elimdir’ dedi; şu hâlde Tanrı eli onu öldürse de yine diriltir. Hatta diriltmek nedir ki? Ona ebedî hayat verir.

Velîlerin huzurundan uzaklaşırsan hakîkatte Tanrı’dan uzaklaşırsın diyen Hazreti Mevlâna, bir velînin gönlünün kırılması yüzünden nefse uyanların önüne bir perde çekildiğini söyler ve Mesnevî-i Şerîf’de bu mânâları daha fazla açar: “Nefsi, Pîrin gölgesinden başka hiçbir şey öldürmez. O nefs öldürenin eteğine sımsıkı sarıl. Baş kesmek nedir? Dünyada nefsi öldürmek, nefsin dileklerini terk etmek. Nefsin dileğini terk etmekten maksat, öldürülmekten kurtulsun diye akrebin iğnesinin çıkarılmasına benzer.”

Bir mürşid-i kâmilin eteğini sıkıca tutmak, onun bizi kendisine çekmesinden, onun bizi dileyişinden meydana gelir. Çünkü hakîkatte elimizi tutan, yükümüzü yüklenen odur. 

Hazreti Mevlâna şöyle buyurur: “Gönül, seninle nurlanan yere, belâlardan sana siper olanların meclisine git! Sana canlarında yer verenlerin, seni şarapla dopdolu bir kadeh hâline getirenlerin yanına git! Sana sövse bile öyle bir kişinin sövmesi, sapıkların övmesinden iyidir.”

Hazreti Mevlâna, insan yaşamında kâmil insanın hakîkatine o derece önem verir ki: “Nerde bir çıplak, bir yoksul görürsenin, bilin ki bir kâmilden kaçmıştır” buyurur. Eğer üstâdının dileğine uysaydı kendisini bezer, akrabalarını bile donatır, yardımcı olur, böyle çıplak ve yoksul kalmazdı. Dünyada kim üstâdından kaçarsa, devletten kaçar; bunu böyle bilin.”

Kasîde:

“Bana şarap gerekmez, ben şarabın durusundan da, tortusundan da vazgeçtim. Ben kendi kanıma susamışım, nefsle savaş zamanı geldi. 

Keskin kılıcı kınından çek! Haset edenlerin kanlarını dök, tâ ki bedensiz baş kendi bedeni etrafında çırpınarak dönüp dursun! 

İnsan kellelerinden dağ yap! Dökülen kanımızdan deniz meydana getir, tâ ki toprak ve kum, akan kan damlalarını içsin! 

Ey gönlümden haberdâr olan! Yürü git, ağzımı tutma, yoksa gönlüm yarılır da yarığından kan fışkırır. 

Bırak söyleyeyim, sözümden belki kavga çıkar ama kavgaya kulak verme, hiç aldırış etme. Bizim saltanâtımız ve kahrımız insanlar tarafından meydana gelmez. 

Ateşin gönlüne atılırım, ateşine sevine sevine lokma olurum. Kibrit gibi olan canın göbeğini neyin üstünde kestiler biliyor musunuz? 

Ateş bizim oğlumuzdur ve kanımıza susamıştır. Bizim bağımızla bağlanmıştır. Aramızda ayrılık olmaması için, her ikimiz beraber bulunuruz. 

Ateş oduna der ki: ‘Git, sen siyahsın, ben beyazım.’ Odun da der ki: ‘Sen yanmışsın, ben yanmamışım, kurtulmuşum.’

Ne bu tarafta, ne de o tarafta yüz bulamaz. O da iki karanlık arasındaki siyahta gizlenir kalır. 

O anka gibi bütün kuşları geçmiştir. Göklere yol bulamadı da o zavallı, Kaf dağında kaldı. 

Ey fitne, karışıklık arayan, haydi kalk! Sendeki o idrâk testisini taşa vur kır, tâ ki hakîkat nehrinin suyunu onunla çekemezsin, taşıyamazsın. Senin kusurunu söyleyeyim. 

Bedenleri toprak altında uyuyan, toprağı bedenlerine yorgan edinen temiz ruhlar gibi artık biz de susalım.”

00

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.