Gönül yolu…
Bir gün Mevlana, Şems-i Tebriz, Hüsameddin Çelebi ve Sultan Veled, hepsinin selam olsun üzerlerine, bir zenginin evine davet ediliyorlar. E şimdi davete icaptır gidilsin. Yola koyuluyorlar gidiyorlar.
Bir fakir de, ancak günlük kazancını elde ediyor, fazla bir kazancı yok. Onları kapısının önünden geçerken görür görmez hemen duygulanıyor ve o duyguyla içeri giriyor. Hanımı onun bu halini görünce diyor ki, “Efendi, yüzündeki bu duygusal ifade nedir? Neye duygulandın? Ne geçti gönlünden, aklından?”
“Ah hanım” diyor, “şimdi kapımızın önünden Cenab-ı Mevlana, Şems-i Tebriz, Sultan Veled, Hüsameddin Çelebi geçtiler, filan ağanın evine davete gittiler. Gönlümden geçirdim, benim de biraz dünyalığım olsaydı, onları çağırırdım. Onlar konuşurdu, biz de onların muhabbetlerini dinleyip inciler toplardık.”
Hanımı da çok temiz kalpli olduğu için, “Efendi” diyor, “bu akşam yemek yemeyelim, yarın sabah da kahvaltı yapmayalım, öğlen yemeğini de yemeyelim. Bunları toplayalım. Dönüşte Cenab-ı Mevlana’yla, Şems-i Tebriz’i görür görmez davet et yarın akşama, biz de olanları çıkarırız önlerine.”
“Tamam” diyor adam. Oruca giriyorlar karı koca…
Şimdi gelelim Şems’le Mevlana’ya ve Sultan Veled’le, Hüsameddin Çelebi’ye, selam olsun üzerlerine… Ağanın evinde ağırlanıyorlar. Fakat ağa misafire söz bırakmıyor. Şu kadar hizmetkarlarım var, şu kadar hayvanlarım var, şu kadar tarlalarım var, başlıyor sayıklamaya.
Çorbalar geliyor, buyur ediyor, fakat Mevlana kaşığını götürüyor ama almıyor çorbayı. Çünkü geçmez boğazından öylesinin çorbası. Hepsi aynısını yapıyorlar. Ağanın adamları yiyor. Arkasından baklava geliyor, onu da ağanın adamları yiyorlar.
Yemeğin sonunda dönüp Mevlana’ya diyorlar, “Ya Mevlana, bir dua yapar mısın?”
Cenab-ı Mevlana diyor ki, “Çorba tasından, baklava tepsisine kadar bütün kapları getirin.”
Getiriyorlar. Kısa bir dua yapıyor, “Allah’ım” diyor, “bu zata ne kadar mal mülk verdiysen, bir misli daha da fazla ver, ama muhabbetini verme.” Çıkarıyor hırkasından elmasını, çorba tasına, yemek sahanlarına, hepsine dokunduruyor. Bütün kaplar altın haline geliyor.
“Bize müsaade” diyor Mevlana, çünkü artık sıkılmışlar, paradan puldan, maldan mülkten muhabbet etmekten, kalkmışlar.
Yolda giderken, bekliyor onları şimdi, insanlığa saygı duyan fakir, çıkıyor önlerine, selam veriyor. Şems-i Tebriz, Mevlana, hepsi selamını alıyorlar. Fakir davet ediyor onları. Mevlana, “Kısmet” diyor, “yarına varsak sende misafiriz.”
Kalkıyorlar yarın akşam aynı saatte fakirin evine misafir oluyorlar. Hanımı da beyi de ayakta karşılıyorlar, hal hatır soruşuyorlar. Sonra ağızlarını mühürlüyorlar, hiiç konuşmuyorlar. Mevlana Şems’e bakıyor, Sultan Veled Hüsameddin’e bakıyor. Sofra kuruluyor. Mevlana ev sahiplerini de buyur ediyor sofraya. Adam, “Biz” diyor, “lokma etmiştik, tokuz, buyrun siz yiyin.”
Allah ne verdiyse lokma ediyorlar, sofrayı kaldırıyorlar. Bir giriyorlar muhabbete Şems-i Tebriz’le Cenab-ı Mevlana, başlıyorlar incileri dökmeye. Ev sahibiyle hanımı hem dinliyorlar hem gözyaşları döküyorlar. Artık sabah ezanları okunuyor, muhabbet o zamana kadar uzuyor.
Şems-i Tebriz dönüp Mevlana’ya, “Ya Hüdavendigar” diyor, “bir dua da burda yap.”
Kaldırıyor ellerini Mevlana, “Allah’ım” diyor, “bu zata ne fazla ver ne eksik, bunu bu karar bırak.” “Amin” diyorlar, sonra müsaade isteyip kalkıyorlar.
Yolda şimdi soruyorlar Mevlana’ya, “Sen zengine öyle bir dua yaptın, bir de elmas vurdun kaplarına, kapları altına çevirdin. Bu zatın hiçbir şeyi yok, oruç tuttular bize bir sofra kurmak için. Kalkıp dedin duada, Allah’ım bu zatı bu karar bırak, ne fazla ver ne eksik. Neden böyle bir dua yaptın?”
İşte Mevlana şu cevabı veriyor, “Yaratıcıdan isteseydim malk mülk, korkardım gözü gönlü kaçmasın mala. Deseydim, bunu da al bu zattan, korkardım Allah’ı benden daha çok sevecek… Bu yüzden duayı bu şekil yaptım.”
Bizim bulunduğumuz yol teferruat yolu değildir, gönül yoludur. Hazreti Muhammed Efendimiz, selam olsun üzerine, bizden ne can ister ne mal ister. Onun bizden istediği tek bir şey vardır, o da gönüldür…