Aşka bakın…
Şimdi size Mevlana ile Hüsameddin Çelebi’nin arasındaki aşkı dile getireyim…
Hüsameddin Çelebi evlenmiş, aradan seneler geçmiş. Bir gün hanımı hastalanmış. Dönüp Mevlana’ya demiş, “Efendi Hazretleri, izin verir misin, ayinden sonra gideyim biraz eşimin yanına, bir iki gün kalayım? Evde ona bakacak biri yok.”
“Tamam” demiş Mevlana, “sana dört gün izin veriyorum, haydi git, kızımız iyi olsun kalksın ayağa.”
Gelmiş Hüsameddin eve, hizmet ediyor eşine. İkinci akşam özlemiş Mevlana Hüsameddin’i. Kar da yağıyor. Hemen Sultan Veled’e ve dervişlere, “Bana müsaade ben gidiyorum” demiş, “Hüsameddin’i ziyarete.”
Çıkmış tekkeden yatsıdan sonra, gelmiş Hüsameddin Çelebi’nin evinin kapısına, bakıyor Hüsameddin Çelebi’nin odasında lambası dinmiş. Demek ki uyumuşlar, lamba kısık yanıyor, diye düşünmüş Mevlana. Rahatsız etmeyim, demiş.
Şimdi aşka bakın…
Evinin kapısından biraz uzakta, Mevlana bağlamış ellerini, Hüsameddin’le rabıta kurmuş duruyor. Sabah ezanları okunmaya başlıyor. Hanımı sabah kalkmış, Hüsameddin’i uğurlarken, “Aaa” demiş, “Efendi Hazretleri, çocuklar ne zaman kardan adam yaptılar? Kar yatsıdan sonra yağmaya başladı.”
“Dur” demiş Hüsameddin Çelebi, “gideyim bakayım.”
Ne zaman gitmiş, bakmış ki o kardan adam değil, Mevlana… Hüsameddin Çelebi hayretler içinde kalmış.
“Efendi Hazretleri” demiş, “bu hal ne?”
İşte Mevlana, “Ey ruhumun mertebesi, geceden bu ana kadar hep buradayım, seni bekledim…”
Şimdi ne der tasavvuf ehli… Bir mürşid, müridine böyle aşık olursa, müridin ne yapması lazım mürşidi için?..