Boncuk değil bu, inci…
Bir çocuk bir inci bulmuş, getirmiş manava. Demiş, “Buldum bunu amca, alır mısın?” Manav almış bakmış inciye, boncuk olarak görmüş, çocuğu boş çevirmemiş, vermiş bir elma. Sonra tutmuş o inciyi çay markalarının durduğu kutuya atmış.
Bir gün bir sarraf gelmiş manava. Meyvalar, sebzeler almış. Manavın hoşuna gitmiş, sarrafa demiş, “Efendi, epey bir alışveriş yaptın benden, gel otur bir çay içelim.”
Sarraf da, “Haydi” demiş, “kırmayım gönlünü, içelim.”
Manav söylemiş çayları. Çayları içerlerken gelmiş kahveci marka alacak. Manav marka çıkarırken, o boncuk geçmiş eline, sarraf da bunu görmüş, hemen demiş, “O nedir?”
“Boncuk” demiş manav, “çocuğun biri getirdi.”
“Ver bakayım” demiş sarraf, almış bakmış. Dönüp manava, “Ah kardeşim” demiş, “bu boncuk dediğin senin bütün dükkanının malını satın alır. Boncuk değil bu, inci… Bunun yeri orası değildir. Ben bunun hakkını vereyim sana.” Almış inciyi, getirmiş kendi dükkanına, vitrinde kadife kutuya koymuş.
Manav bir gün sarrafın dükkanının önünden geçerken selam vermiş sarrafa. Sarraf hemen çağırmış manavı, “Gel buraya” demiş, “bak senin boncuğunun yeri neresidir…”
Bu yüzden, bulunduğumuz yer sarraf yeridir. Burası ayar verir insanlara.