Ne ile gelirseniz gelin, kul hakkıyla gelmeyin…
Mevlana’nın devrinde, zatın biri, üç gündür çoluk çocuğu aç, gideyim demiş Hazreti Mevlana’nın dergahına, ordan gizlice bir halı alayım, çıkarayım pazara satayım. Ordan gelen parayla çocuklarımın rızkını temin edeyim. Yakalanırsam da Hazreti Mevlana benden şikayetçi olmaz, affeder beni.
İnancına bakın adamın…
Kalkmış gelmiş dergaha, Mevlana o sırada tefekkürde. O tefekkür halindeyken, adam en güzel halıyı almış.
O halı da, Hazreti Mevlana’ya Selçuklu Hükümdarı Alaeddin’den hediye edilmiş.
Adam halıyı pazarda satarken, saray memurları bakmışlar bu halı saraya ait, böyle bir halı Mevlana’ya hediye edilmişti, demişler, adamı yakalamışlar. Sorguya çekmişler, adam itiraf etmiş.
Adamın omuzuna yüklemişler halıyı, gelmişler Cenab-ı Mevlana’nın huzuruna, selam vermişler, Mevlana selamı almış. Sonra dönüp demişler, “Ya Hüdavendigar Hazreti Mevlana, bu zat senin halını çalmış, pazarda satarken yakaladık. Şimdi halıyı tekrar sana getirdik, bu adamı karakola alıp sorgulayacağız.”
Mevlana onları dinledikten sonra, işte Mevlana’dan cevap, “Efendiler, bu kişi benim halımı çalmadı, ihtiyacı vardı aldı. Onu mazur görün, bırakın. Ben ondan şikayetçi değilim.”
Şimdi, Peygamber Efendimizin devrinde de böyle bir hadiseyi yapan, ismi kötüye çıkan biri vardı. Herkes ondan merhabayı kesmiş, toplumdan uzaklaşmış.
Bu adam gün gelmiş hastalanmış, gece gün Resulallah’a yalvarıyor, affetmesini istiyor, diyor, “Senden başka kimsem yok, Allah’ın en güzel yüzünü sen taşıyorsun. Beni affet, sen rahmet sahibisin.”
Adam böyle ağlamış sızlamış, onun yalvarışları Resulallah’ın rüyasında görünmüş ve adam Resulallah’ı zikrederken ruhunu vermiş.
Kimse yok cenazinde. İşte Resulallah onun cenazesinde bulunuyor. Sahabeden herkes hayret içinde, “Ya Resulallah” diyorlar, “sen çok cenazelere gitmezsin de böyle bir kişinin cenazesinde nasıl bulunursun?” diye soruyorlar.
“Bu kişi” diyor Resulallah, “haftalarca tövbelerde bulundu, ağladı, benden af diledi, rahmet diledi, rüyalarıma girdi. Ruhunu beni zikrederken verdi. Ben bunun cenazesini kılmayacağım da kimin kılacağım?..”
Bu yüzden, insanların kolay kolay kimlikleri bilinmez, ihtiyaçlar her şeyi yaptırır. Ama sen keyfinden çalarsan, keyfinden yürütürsen, başkalarının hakkına girersen, sen hangi yüzle Allah’ın huzuruna çıkacaksın?..
Bakın Cenab-ı Allah, Hazreti Muhammed’in dilinden sesleniyor, “Ne ile gelirseniz, hangi suçlarla gelirseniz gelin benim huzuruma, sakın kul hakkıyla gelmeyin. Kul hakkı yiyenleri affetmem.”
İşte bu yüzden, burda hakikatler konuşulur. Burası Hazreti Muhammed Efendimizin, Cenab-ı Mevlana’mızın, Piran Efendilerimizin öz yeridir. Burası Muhammed Ali meydanıdır. Burada katiyyen örtülü muhabbet yoktur. Örtülü muhabbet yapmaya kalkarsak, demek ki bizim sizlerden bir menfaatimiz var, onun için örtülü konuşuyoruz ki, o menfaatler bizden gitmesin…
Hayır… bizim burda kimseden menfaatimiz yok, kimseden. Bize ne buyurmuşsa Hazreti Muhammed Efendimiz, Mevlana’mız, İmam Ali Efendimiz onları biz size söylemekle mükellefiz.
Çünkü bildirilmedi gidilecek günümüz, gidilecek ayımız, gidilecek saatimiz, bildirilmedi.
Bu yüzden İmam Ali Efendimiz buyurmuştur, “Haber vermediler bu aleme gelişimize, haber vermezler gidişimize, daim hazır olun!”
İşte Mevlana, “Bu beden bir mektuptur, postalanmış Padişaha. Layık ise postala, layık değil ise yırt, yenisini yaz. Çünkü zaman az!..” diyor.
Bizler ana karnından dünyaya ayak bastığımız günden bu yana, yola çıkmışız Allah’a gidiyoruz. Mademki Allah’a gidiyoruz, acaba hizmetlerimizde, düşüncelerimizde, yaşamlarımızda O’na layık hizmetler var mı? Yoksa nefsimize layık hizmetler mi var?
Çok kişi ister Allah onlara göre konuşsun… bunları kafamızdan silelim. Allah bize göre konuşmaz, kendine göre konuşur. Çünkü bizim O’na ihtiyacımız var, O’nun bize ihtiyacı yok. Bizlerden de ne para istiyor, ne pul, ne can istiyor bizden, çünkü hepsi O’nun… Bizlerden tek bir şey istiyor, bizlerden sadece temiz bir gönül istiyor.